Harun Antakyalı, Doğan Taşdelen Çağdaş Sanatlar Merkezi’nde Ankaralı sanatseverlerle bir araya geldi. Sanat Tarihçisi Dr. Dilek Karaaziz Şener moderatörlüğünde gerçekleşen söyleşide Antakyalı, 6 Kasım’dan bu yana Başkentli sanatseverlerin yoğun ilgisiyle karşılaşan “20. Yüzyıldan 21. Yüzyıla Harun Antakyalı” sergisi üzerine konuştu. Harun Antakyalı’nın her iki yüzyılda da yapmış olduğu eserleri retrospektif bir şekilde ele alan sergi, kızı Ece Antakyalı’nın profesyonel anlamda ilk küratörlük deneyimi olması bakımından dikkatleri üzerine toplamış, Ece Antakyalı da serginin açılışının yapıldığı 6 Kasım için “İkinci doğum günüm oldu” demişti.
90’lardan iki genç… Bir sanat tarihçi ve bir sanatçı, 30 yıllık bir dostluğun nihayetinde Sabahattin Ali Konferans Salonu’nda bir araya gelip söyleşti. Birinci ağızdan dostluklar, anılar, kırgınlıklar, kaygılar sanat tarihi, 20. yüzyılın sanat ortamı ve etkinlikleri; sanatçıların buluşma alanları, zorlu ekonomik koşullar… Klişelerden uzak; Harun Antakyalı ve Dr. Dilek Karaaziz Şener karşı karşıya oturup adeta kendi salonlarında çay içerlermişçesine eski günleri yad edip, sanatı ve Harun Antakyalı’nın sanatını konuştular. Sanatın bireyselleştiği bugünlerde, eskiye attıkları ufak bir kuş bakışıyla kendi yüzyıllarındaki ruhtan, sanatçıların kolektifliğinden ve birbirleriyle olan paylaşımlarından bahsettiler.
‘SANAT YERELLİKTEN ÇIKTI’Şener, Antakyalı’nın sloganlaşan sözü olan “Yaşarım, yaparım, tüketirim”i günümüzde yaşadığı revizyonla yeniden gündeme getirirken dışavurumcu bir çizgiyi yansıtan sanatçının yıllar yılı çalışmalarında karşı çıkış ve isyan barındırdığından bahsetti. Yine Antakyalı’nın ünü büyük ‘A’ harfininin anarşizm sembolüne benzer bir şekilde ters olarak kullanması hususlarına değinen Şener, Antakyalı’nın eleştirel çizgilerinin yıllardır yaptığı gibi bir kez daha altını çizdi.
Serginin 90’lar tarafının kendisini çok duygulandırdığından bahseden Antakyalı, “Gençlere hep söylüyorum, kendinize bakın. Kendinizi en iyi kendiniz eleştirirsiniz, evet ama kendinize bakarken de dünyaya bakmayı ihmal etmeyin çünkü sanat yerellikten çıkalı çok oldu. Sanat sanattan besleniyor. Böyle bakınca Ece’nin hazırladığı bu sergi bana bir tarihi gösterdi. Tekrar tekrar kendimi geziyorum” diye konuştu.
‘90’LARDAN BİR ÇOCUĞUN SERGİSİNİ GEZİYORUM, FENA DEĞİL’Yıllar yılı “Kendimi yaşamak istiyorsam varım ve yaşam temel çıkış noktam” diyerek yola devam eden sanatçı, her daim bağımsız çalıştığını dile getirerek şöyle konuştu; “Gerçekten iyi insanlarla yola çıkmışım. Hep bağımsız çalıştım, kimseyle sözleşmem yok. Sonuçta ben resimle geçiniyorum. Resim yaparak iki tane çocuk okuttum. Kolay bir şey değil bu ülkede. Bu emeğin karşılığını alabilmek beni çok düşündürdü dolayısıyla bu sergi benim için çok kıymetli. Bu sergiyi gezerken eşimi aradım ‘90’lardan bir çocuğun sergisini geziyorum, fena değil’ dedim. Başta kimmiş o dedi, sonradan aydı, bir de salonun diğer tarafını gez dedi… Hakikaten 90’lardaki çalışmalarda başka bir ruh var. Şimdikilerde de var ama bu daha farklı”
DR. DİLEK KARAAZİZ ŞENER: BU SERGİ BİR YAŞAM RETROSPEKTİFİDışardan bir gözün bu sergiyi hem bu kadar objektif hem de sübjektif yaklaşamayacağını dile getiren Şener, sergi hakkında şu değerlendirmelerde bulundu; “Yaşarız, yaparız, tüketiriz mantığıyla 21. yüzyıla başladık. O mantık hala geçerli. Bu sergi 90’lı yılların tam bir belgesi niteliğinde. Yaşayan bir sanatçının retrospektifinin yapılabileceğine inanmıyorum, dolayısıyla bu sergiye retrospektif diyemem. Bu sergi 90’lardan günümüze nasıl gelindiğini, sanatın iki ayağıyla ayakta durup onu duyumsayarak, sadece yüzeyle hesaplaşan bir sanatçının biyografisinin nasıl dönüşüme uğradığının bir göstergesi. Bu sergi bir yaşam retrospektifi. Bu nedenle serginin sübjektif olarak o duygusal dünyayı çağrıştıracak notalara ihtiyacı vardı. Bunu sağlaması bakımından bence Ece’nin küratör sıfatıyla bu sorumluluğu yüklenmesi ayrıca bir cesaret ve bu duygusal bağın ne kadar güçlü olduğunun bir göstergesi. Ben yapmış olsam dostum Harun Antakyalı’ya bu kadar sabredemezdim.”
Şener, Milliyet Kültür&Sanat’ta yazdığı o yazıyı anımsatmayı da ihmal etmiyor, “Sanatçının Karaca Sanat Galerisi’ndeki sergisi için söylediği son söz bir çığlık gibi kulaklarımıza yerleşiyor: ‘Fareler yoktu! Zaten gemiler de yoktu!’. Harun Antakyalı’nın resimlerine yayılan yaşama ait “gerçek” bu sözlerin içinde gizlenen anlamlara kendini bırakıyor. Ve bir “Don Kişot” misali, Antakyalı, yel değirmenine bürünen canavarlar var oldukça boyasıyla ve bulabildiği her yüzeye resim yaparak yaşamaya ya da savaşmaya her an hazır bekliyor. Yaşıyor, yapıyor ve tüketiyor.”
‘UZUN MOLA HEDEFİ UNUTTURUR’Sanatın inançla başlayan bir yolculuk olduğunu dile getiren Antakyalı, “Yapabiliyorum diyebilmekle başlanan yol, yapıyor olduğunu fark ettiğin oluşumlarla devam eder. An önemlidir, anda karar verilir, anda üretilir, anda tüketilir. Bu nedenle mola vermek iyidir ama mola uzuyorsa hedefi unutursun. Uzun mola hedefi unutturur. Hedef yukarda bulutlar aşağıdadır. Resimlerde ve kendi içimde yaratmak istediğim hep bu” diye konuştu.
‘MUHAMMET SANATIN YAŞAM, YAŞAMIN SANAT OLDUĞUNU GÖSTERDİ’Söyleşide, doğuştan genetik bir rahatsızlık nedeniyle yüzde 70 zihinsel engeli bulunan 32 yaşındaki Muhammet Yalçın’dan da bahsedildi. Yalçın, 18 yaşında özel eğitim okulunda Antakyalı’nın yeteneğini keşfetmesiyle resim yolculuğuna başlamış, tuval bulamayınca odasının duvarını tuval gibi kullanmaya başlamıştı. Aylar süren sanatsal çalışmaları gencin önce odasının, ardından yaşadığı gecekondunun dışına taşmış, çizgisiyle dikkatleri üzerine toplamıştı. Antakyalı söyleşide Muhammet’in özel olduğunu belirterek, “Şu an ailesine bakıyor diyebilirim. Birlikte çalıştığımız süre boyu hiç müdahale etmedim, ona oturup bir çiçek nasıl çiziliri göstermeye çalışan insanlara hep karşı çıktım. Muhammet sanatın yaşam, yaşamın da sanat olduğunu gösterdi” dedi.
Antakyalı, söyleşi sonrasında katılımcılarla sergiyi gezerek sohbet etti. “20. Yüzyıldan 21. Yüzyıla Harun Antakyalı” sergisi bir kez daha ‘yaşa, yap, tüket’ demek üzere son gününde izleyicisini bekliyor.