Hayat pratiği

Uzun bir aradan sonra kızımla bir kafeye giderek birlikte vakit geçirdik. O, derslerini yaparken ben de araştırmam gerekenleri internetten araştırdım. Bir süre sonra sürekli ekrana bakmaktan sıkıldığımı fark ettim. İçinde bulunduğum ortamın keyfini çıkarabilmek için bilgisayarımın ekranını kapattım, cep telefonumu sessize alıp ters çevirdim. Ankara’nın belki de en sevdiğim bölgesinde, Tunalı Hilmi Caddesi’nde, geniş bir alanı gözlemleyebileceğim kafenin cam kenarındaki masasında etrafı ve insanları izlemeye başladım.
Dışarıda inanılmaz bir tempo vardı tabii ki. Arabalarıyla bir yerden bir yere gidenler, hızlı adımlarla daha yavaş yürüyen insanların arasından omuzlarını çevirerek hızla geçmeye çalışanlar, alışverişe çıkan ve mağaza vitrinlerine bakanlar, yorulanlar, üzgünler, mutlular…
Genellikle televizyon izlememeye özen gösteriyorum; haberleri sosyal medya ve internet üzerinden takip ediyorum. Bu sırada, Ferhan Şensoy’un Haldun Taner’den öğrendiği bir şey aklıma geldi: “Ben her gün 20 sayfa yazarım oğlum” demiş. Şensoy, “Nasıl Hocam, 20 sayfa çok ciddi,” deyince, Taner, “Sabah 6’da kalkarım. Daktiloyu balkona atarım, 20 sayfa yazarım,” demiş. “Peki, aklınıza bir şey gelmezse ne yapıyorsunuz? Öyle bir durum olmuyor mu?” diye sorunca, Taner, “Hayır!” demiş. “Aklıma bir şey gelmeyebilir. Gördüğümü yazarım: 6 buçuk vapuru 5 dakika geç geçti, martılar uçtu, manzarayı yazarım, çocukları alacak okul minibüsü geldi… Bu 20 sayfanın hepsini kullanmak zorunda değilsin. Belki bir gün bir işe yarar, içinden bir paragraf alırsın ya da atabilirsin. Ama nasıl bir marangoz dükkanını açıp sabahleyin çalışmaya başlıyorsa sen de yazar olarak dükkanını açıp çalışacaksın. Her gün yazacaksın.” Bu, ondan öğrendiğim bir disiplindir.
Yıllar evvel bu anlatıyı dinlediğimde ya da okuduğumda, foto muhabirliği için de çok uygun düştüğünü gördüm. İşimiz tam da bu aslında: hayatı, doğayı, yaşamı, insanları gözlemlemek ve fotoğraflamak; daktilo yerine fotoğraf makinesi kullanmak.
Ben de dikkatimi sokağa çevirdim ve çevremde olup bitenleri gözlemlemeye başladım. Hatta o an bilgisayarımı açıp hemen not bile almadan, göz çerçeveme giren yaşananları izlemeye başladım.
Elinde küçük bir not kâğıdı olan uzun boylu, beyaz saçlı, deri mont ve kasket giymiş bir adam kafenin kapısını açarak içeri girdi.
Sıkışan trafikte bekleyen, soğuk havaya aldırış etmeden şoför kapısını sonuna kadar açmış olan bir kişi, camdan çıkardığı eliyle aracın kaportasına vurarak ve kafasını sallayarak dinlediği müziğe eşlik ediyordu.
Üzerinde gri, bol paçalı bir eşofman takımı ve krem rengi kolsuz bir yelek olan yaşlı bir kadın, torunu ile birlikte kafenin dış mekânındaki bir masada oturmuş, torunu için aldıkları oyuncakları kutusundan çıkarıyordu.
Genç bir sevgili çift, bir erkek arkadaşları ile birlikte marketten aldıkları bir şeyleri yemek için kafenin dış alanındaki bir masaya oturdular.
Kafede çalışan genç kadın, endişeli bir yüz ifadesiyle telefonla konuşarak kafenin kapısını açıp dışarı çıktı ve etrafa bakınmaya başladı. Elini ensesine doğru götürdü.
Sevgilisi ve arkadaşı ile birlikte masaya oturan genç kız, marketten aldıkları çikolatanın bir parçasını sevgilisine uzattı. Genç erkek, çikolatayı sevgilisinin elinden ısırarak yedi.
Trafik polisi, düdüğünü çalarak araçları yönlendirmeye devam etti.
Yaya geçidinde karşıya geçmeyi başaran bir sokak köpeği, kafenin önünde yatan sürüsünün yanına gelerek onların yanına uzandı.
Suratında acı bir ifade olan, elinde bastonu, kısa montu, sakalı ve beresi ile bir adam önümden yürüyerek geçti.
Aslına bakarsanız, her gün çektiğimiz fotoğrafların yazılı anlatımı bu ifadeler. Orada oturduğum birkaç saat içinde hiç fotoğraf çekmesem de aslında fotoğraf çekme pratiği yapmış oldum. Bu bana çok iyi geldi.