Fransa’da adaletin tokmağı bu kez ülkede ideolojisiyle birlikte büyük ivme kazanan aşırı sağın sembol ismine, Marine Le Pen’e indi. Le Pen, kamu fonlarını usulsüz kullanmaktan (zimmetine geçirmek diyeyim) dört yıl hapis cezası aldı; siyasi yasak da cabası. Bilmeyen biri için kulağa hukuk devleti refleksi gibi gelebilir ama bu refleksin ne kadar “bağımsız” olduğu, Paris’in kafelerinde fısıltılarla sorulmaya başlandı bile.Bu karar, Fransa yargısının “bağımsızlığına” methiyeler dizmek için bir fırsat gibi görünebilir. Fakat dikkatli bakıldığında, mesele sadece hukukun işletilmesi değil, Avrupa’nın kendi yarattığı canavardan korkmaya başlamasının dışavurumu olarak da görülebilir bir yönüyle. Yıllarca Le Pen gibi figürleri “ifade özgürlüğü”, “demokratik çoğulculuk” maskesiyle meşrulaştıran sistem, şimdi o “Frankenstein”ların uyanışından rahatsız. Aşırı sağ uzun süredir Avrupa’nın halı altına süpürdüğü korkuların tercümanlığını yapıyor. Göçmen karşıtlığı, AB karşıtlığı, kültürel bozulma söylemleri… Yani seçmene “sizin korkularınızın da oyu var” mesajı. Şimdi o korkuların lideri mahkûm edildi. Ve elbette, bu kararı “sistematik bir siyasi linç” olarak pazarlamak için daha iyi bir zemin olamazdı.İşte tam bu noktada sahneye bir başka tanıdık karakter giriyor: ABD Başkanı Donald Trump. Dünyanın sözüm ona en avangart reality show’undan fırlamış bu adam, Le Pen’in mahkûmiyetini “çok büyük bir mesele” diye nitelendirdi. Aşırı sağın “vatan elden gidiyor” eserinin nadide seslerinden, düne kadar göçmenleri “medeniyet tehdidi” ilan eden bu şüyuu vukuundan beter medeniyet korosu, bugün hukuku totaliterlikle suçlayarak ağıt yakıyor. Elbette sağ popülizm ağlamayı da başarıyla estetize eder. Çünkü mağduriyet, bu tür siyasetçilerin en iyi bildiği beste. Tüm bu kolektif ve kronik mağduriyetleriyle de yaptıkları yalnızca suç ortaklığını küreselleştirmek…Trump’ın bu çıkışı, sadece Fransa’ya değil, Avrupa’nın hukuk sistemlerine de parmak sallamak demek. Bir tür “sizin demokratik yargınız, bizim ideolojik mahkememizdir” mesajı taşıyor. Amerikan iç siyasetinde sıkışan bir liderin, Avrupa’daki aşırı sağla kurduğu bu sembolik ittifak, yeni bir tür diplomatik vandalizmin örneği olsa gerek.Tabii burada en az suç kadar ilginç olan şey, Le Pen’in siyasi çevresinin verdiği tepki. “Siyasi suikast” diye bağıranlar, bir yandan da kitlelerini sokaklara çağırıyor. Demokratik meşruiyeti kendi lehine işlediğinde yere göğe sığdıramayan bu çevreler, işler tersine döndüğünde hukuku “sistem komplosu” olarak etiketliyor. Bu, modern sağ popülizmin klasik dansı: kurban rolüyle kudret gösterisi arasında salınmak.Ancak şu soruyu sormak gerekiyor: Bir siyasetçi, kendi elleriyle işine geldiği gibi kurduğu anti-entelektüel, yabancı düşmanı, kurum düşmanı vs. zeminde yargılanmaya başladığında, bu ironiyi kim alkışlayacak? Marine Le Pen bu davayla siyaseten belki şimdilik devre dışı kaldı ama temsil ettiği zihniyet hâlâ devrede. Belki de asıl mesele ve sorgulanması gereken şu olmalı: Avrupa bünyesindeki Le Pen ve benzeri siyasi temsilleri bu kadar büyütecek zemini neden ve nasıl hazırladı?
