Altı yaşında bir çocuğun yaşamaya değer bir sebep bulamayıp intiharı seçen annesinin hastaneye kaldırıldığını öğrendiğini düşünün. Tamamıyla travmatik bir tablo olduğunun farkındayım ama hikaye tam da burada başlıyor. Çocukcağız annesine yeniden yaşamayı değer bulabilmesi için ‘Harika şeyler’den oluşan bir liste hazırlamaya başlıyor. “1- Dondurma, 2- Su savaşı, 3- Uyku saatini geçirip geç saate kadar televizyon seyretmene izin verilmesi…” Miniğin listesi uzayıp giderken bütün bir hayatına yayılıyor ve evet bu liste, zamanla bir yetişkin olan karakterimizin yaşam algısını değiştiren bambaşka bir boyut kazanıyor. Pandemi zamanı kapanmalarında hepimizin delirme noktasına geldiği süreçten hemen önce ‘şükür defteri’ diye yeni bir trend oluşmuştu, hatırlarsınız. Bazı ablalar her gün sabahın köründe kalkıp hayatları içerisinde şükrettikleri beş şeyi şükür defterlerine not alıyorlardı. Bunun zaman içerisinde kendilerine iyi geleceğine yürekten inanmış bu grup, Lerzan Pamir’in yönetmen koltuğunda oturup Bora Akkaş’ın vücut verdiği bu altı yaşındaki ufaklığın listesini dinleselerdi şükür defterlerindeki ‘hala yaşıyorum’ maddesine alternatif bir madde bulmuş olurlardı. Gerçi herkesin ‘Harika Şeyler Listesi’ kendine şimdi. Ona bir şey diyemeyiz.
Arkadaşımın “6:45’te tiyatro mu izlenir yiaa” dahi dememe fırsat vermeden mesai çıkışı kolumdan tutup sürüklediği “Harika Şeyler Listesi” bir Duncan Macmillan oyunu. Zamanında ne hikmetse hemen herkesin aşina olduğu dizilerden ortak hafızamıza kazınan ‘Geniş Aile’nin Zekai’si Bora Akkaş’ın altı yaşındaki sevimli bir çocuğa can verip oradan oraya koşturduğu bu tek kişilik sevimli oyun, baya bir interaktif. Öyle böyle interaktif değil yani. Öyle ki Akkaş oyun içerisindeki yan karakterleri seyirciden seçiyor. Gözlerinden mi anlıyor nedir, bu seyircilere cuk diye de oturuyor rolleri. 6:45 Performance Hall’de bildiğiniz gece eğlenmeye gelmişçesine göstermelik birkaç masa ve sandalye dışında yer olmadığından seyircilerin çoğunun 75 dakika ayakta dikilmesinden sonra en çok bu interaktiflik boyutuna şaşırdım. Allahtan ben oturuyordum dostlarım, yazı boyu söylenmeyeceğim o yüzden. Devam.
Oyun başlamadan hemen önce Bora Akkaş tüm masaları ve ayakta kalan zavallı çoğunluğu tek tek gezerek ellerine ‘Harika Şeyler Listesi’nden bir numara veriyor ve oyun içerisinde bu numara söylendiğinde bunları sesli bir şekilde okumamızı istiyor. Bana da 315 numara, eski kitapların kokusu düşüyor. Akkaş’ın seyircilerle iletişimi üst düzeydeydi anlayacağınız. Bu, evet güzel bir samimiyet ortamı oluşturdu ama salonun, pardon 6:45’in yarısından fazlasının ayakta olduğu gerçeğini unutturamadı tabii. Biz de 6:45’in yukardaki masalarından birine konumlanmıştık ve oyunu izlemek için arkamı dönmem gerekiyordu. En son CSO Ada’nın bir türlü kavrayamadığım oturma düzeninden göz kararı en orta fiyatlısını seçip bi cesaret aldığım biletler sonucunda sanatçıyı arkasından izlerken bu kadar söylenmiştim herhalde, tamam tamam. Yalnız çıkışta doğrudan Bora Akkaş’ın ağzından da duydum, 6:45’in ‘sahne’si çok yorucuymuş, ekstra efor gerektirmiş…. Arkadaşım oyunun Çankaya Sahne’ye çok yakışacağını söyledi, ben DT’nin Oda Tiyatrosu’na. Bilemedim.
Oyun için başlıca eleştirim, evet evet 6:45’te tiyatro oyunu izlemem dışında, yorucu derecede interaktif olmasıydı. Bana biraz, birkaç ay önce bir yönetmenle yaptığım söyleşinin de aklıma düşmesiyle yeni nesil tiyatro buraya kayacak gibi geldi. Yok yok. Ben ve kangren olmuş gelenekselciliğim mutluyuz. Serüven istemiyoruz. Hele iş çıkışı hiç istemiyoruz. Ben de istemem mi yani şurada bu ‘Harika Şeyler Listesi’ benim de harika şeyler listeme sür manşetten girdi diye edebiyat yapmayı. Olmuyor işte.
Yine olay örgüsüne de çok kopukluklar vardı, artık 315. numarayı kaçırmamak için mi yoksa 6:45’te dikkatimi dağıtan hakikaten ‘harika şeyler’ olduğundan mı bilemeyeceğim. Karakterimiz ne zaman yetişkin oldu, ne zaman evlendi, nasıl depresyona girdi, onu buna götüren süreçler neydi… Harika şeyler listesi bir milyonuncu maddeye gelene dek bir çırpıda geçiyor hepsi.
Bizim şansımız, baba, Mrs. Peterson ve Sam görevini alan seyirciler de çok tatlı ve doğaldı. Oturduğum yer itibarıyla fazlaca seyircileri gözlemleme imkanım olduğundan hakikaten oyunun kendine has çok dinamik bir kitlesi olduğunu düşündüm.
Annesinin üç intihar girişimini de çocukluk, ergenlik ve yetişkinlik olmak üzere farklı dönemlerinde karşılayan kahramanımız, her birinde intihara farklı tepkiler veriyor. Yaşamayı tercih etmeyen bir annenin evladı olmak, hayata olan tutumunu daha başından şekilleniyor ve tüm bu süreçlerde hazırlamayı sürdürdüğü liste yoluyla annesinin göremediği güzellikleri aramaya başlıyor. Diyebiliriz ki arayışı derin depresyonlara düşmesini pek tabii engelleyemiyor ancak intihar etmekle arasındaki ince çizgiyi mütemadiyen koruyor. “Hayatınızda hiç sizi yıkıp geçen bir depresyon yaşamadıysanız yaşamı ıskalamışsınız demektir” diyor Akkaş sahnelerden birinde. Öyle ya, belki de yıkıp geçen depresyonlar da harika şeylerden biridir. Tıpkı sürrealizm ve dadacıların yaklaşımı gibi, var olan çürüdü, var olanı tamamıyla yıkıp geçtikten sonra yeni yaklaşımlar kendi doğallığında şekillenecektir. Derin depresyonlar temizler, postürü yeniden şekillendirir. Söyledik ya, herkesin harika şeyleri kendine, hay Allah.