Anayurt Gazetesi’ndeki bu çok değerli köşe için gazete sahiplerine ve yayın ekibine minnetlerimi sunarım. Dört yıldır kadın hakları ve cinsiyet eşitsizliği konusunda köşe yazıları yazıyorum, bu köşemde de aynı konularda yazmaya devam edebilmeyi ümit ediyorum. Bizim ülkemizde bir parkta gün boyu oturup çekirdek çitleyerek etrafını seyreden herhangi bir vatandaşımızın bile cinsiyet eşitsizliği hakkında yazın malzemesi bulma eksikliği çekmeyeceği hepimizce malum olduğu için yine aynı konularla huzura çıkıp baş ağrıtmayı diliyorum.Yıllar evvel bir Bakanımız “Biz engellileri adam yerine koyduk” demişti. Bu cümle Sürçü lisan tanımının en güzel örneklerinden birisi olsa da bizim ülkemiz kadın hakları gündeme geldiğinde kendisinin eşitlikçi olduğu ve “kadınları adam yerine koyduğunu” düşünen erkeklerle doludur. Biz kadınların azabıysa bu erkeklerin büyük bir kısmıyla hayatlarımızı paylaşıyor ve hatta çoğunu seviyor olmamızdır.Çok değerli bir kadın tanırım. Kadın olmanın her anlamda güzelliğine sahiptir. Şimdilerde artık yaşlılığının yavaşlığını sürerken bana çok geçmişlerden bir acısını anlattı. Kocasını da babasını da çok sevmiş ve onlara bir gün dahi beddua etmemiş bir kadındır. Onun gençliğinde ülkemizde öğretmen okulları vardı; fakir fukaranın çocuğu veya babalarının kızlarını okutmak için neden ceplerinden para çıkması gerektiğini anlamadığı kızlar bu okullarda parasız yatılı okur ve 18 yaşındayken ellerine para geçecek bir meslek sahibi olurlardı. Bu çocuklardan zeki ve çalışkan olanların üniversite mezunu olabilmeleri için, her okuldan bir veya iki çocuğunun girebildiği özel bir sınavı kazananları da devlet 4 yıl daha yine parasız yatılı üniversite okuturdu. Bu tanıdığım; öğretmen okulunda okurken hocası tarafından üniversite sınavına sokulmuş ve kazanmıştı. Fakat babasının ilk evliliğinden olan oğulları o sırada üniversitede okuyorlardı, baba onlara her ay para gönderiyordu. Baba fakir veya çaresiz değildi, devlet memuruydu. Üniversiteyi kazanmış kızı ise bir (Erkek) akraba tarafından üniversiteye gitmemesi ve bir an önce öğretmen maaşı almaya başlayarak babasına destek olması gerektiğine ikna edilmişti (Kandırılmıştı). Kadın üniversiteye gitmemişti, babasına “Yahu ben üniversite okurken cebinden bir lira bile çıkmayacak, deri topu ufacık çocuğun maaşını elinden almak için dört yıl daha bekleyeceksin” dememişti. Annesine “Neden bu rezilliğe sesini çıkarmıyorsun, bu erkekler seni de mi sindirdiler?” diye sormamıştı. Üniversiteye gitmemesi gerektiğini telkin eden (Erkek) akrabasına “Kim oluyorsun da hayatıma dair bu kadar büyük bir fedakârlığı yapmamı benden isteyebiliyorsun?” dememişti. Kadın 18 yaşında öğretmen olup ilk maaşını almaya gittiğinde babasının sabah erkenden gelip maaşını aldığını öğrendi. Yıllarca maaşını önce babası, evlendiğinde kocası aldı. Art arda çocuk sahibi olunca da mesleğini bıraktı. Aradan çok uzun seneler geçti, tanıdığım yetmiş yaşını aştı. Babası da kocası da uzun yıllardır ebedi uykudalar ve kadın ikisinin de ardından çok ağladı. İki erkekten birisi SGK, diğeri Emekli Sandığı emekliydi, bu birleşime sahip bir kadın devletten hem kocasının hem babasının maaşını alabiliyor. Yani tanıdığım; gençliğinin en güzel yıllarında üniversite hakkını ve parasını elinden alan o erkeklerin ikisinin de maaşlarını alıyor. Hayatın çok ilginç bir espri anlayışı var ve biz onun kendine özgü lisanını anlamasak ta o her daim kendi dalgasını geçiyor. Hayat bu kadına gençliğinde elinden alınan o küçücük ama onun için çok değerli maaşını bambaşka bir şekilde geri ödüyor. Fakat en sevdiği erkeklerin eliyle kaybedilen fırsatların bedelini kaç emekli maaşı karşılayabilir? İmkân varken gidilememiş bir üniversitenin sağlayacağı bambaşka bir hayatı kim geri verebilir? Tanıdığım yine de şanslı olduğunu düşünüyor çünkü halen günümüzde bile kız çocuklarını üniversiteye göndermemeyi geçtik, 12 yaşında okuldan alıp evlendiriyorlar. Ama ben onu şanslı görmüyorum zira adaletsizlik ve haksızlık ne şekliyle karşılaşmış olursak olalım boyutuna bakılmaksızın karşı çıkılması gereken iki kavramdır, küçük veya büyük olması özünü asla değiştirmez. Yaşlılığa kadar sürebilmiş bir ebeveyn ilişkisi veya evlilik; yan yana oturup akşam güneşini birlikte seyretmek ve birbirinin her şeyini affetmiş halde ömrün son dönemini geçirmekle son bulmalıdır, bunun için de en birinci gereklilik güçlü olunan yıllarda birbirinin hakkını yememektir. Ne yazık ki bizim ülkemiz yaşlı ve hasta kocasının bir an önce ölmesi için gözüne bakan kadınlarla dolu… Bu kadınların hepsi gençliklerinde yalnız bırakılmış; sevgi, saygı, ilgi, hak ve adalet ihtiyaçları kocaları tarafından kendilerinden esirgenmiş kadınlar… Yılların taş yaptığı yürek, kadının yanındaki hasta ve çaresiz, ilgiye ve bakıma muhtaç kocasına acımasına izin vermiyor. Kalbi beslemek için önce adalet lazım…Yaşadığımız maden faciası için güzel ülkemize geçmişler olsun. Adalet yerini bulsun…
Recent Posts
- Atakan Çelik, Sakarya Üniversitesi’nde “Uluslararası Göç ve Medya” konusunu ele aldı
- Ankara’da “Hayalden Fırçaya Zarafet” sergisi
- Atatürk’ün Ankara’ya gelişinin 105’inci yılı coşkuyla kutlandı
- Türkiye’nin ilk astronotu Alper Gezeravcı, gençlerle buluştu
- Başkan Güner, Atatürk’ün Ankara’ya gelişinin 105. yıldönümünde etkinliklere katıldı
Recent Comments
Görüntülenecek bir yorum yok.