Önceki yazımda Türkiye’de gıda ve beslenme üzerine işaret ettiğim zihniyet sorunsalını, bugün pestisit kullanımı meselesine de biraz eğilerek bağlamak niyetindeyim.
Pestisitler, (yani bilinen adıyla tarım ilaçları) genel olarak tarımsal verimi, üretimi güçlendirmek ve artırmak için başvurulan kimyasalların genel, kategorik adı. Tarımsal ürün ve bitkileri birtakım patojenler, zararlı böcekler ve yabani otlardan korumak için kullanılan bu kimyasalların birçok türü ve alt grubu olsa da, en başlıcaları insektisit (böcek öldürücüler), herbisit (zararlı bitki öldürücüler) ve fungisitler (mantar öldürücüler) olarak ayrılıyor.
İktisat bilimi ile bir şekilde tanışan ve hemhal olanlar bilir ki, iktisadın çıkış noktası kaynakların kıtlığından ileri gelir. Bu sebeple ki, durmadan artan (ve ömrü uzayan) insan nüfusuna oranla tarım ve gıda ürünlerinin kısıtlılığı dünyadaki genel eşitsizliği doğuran bir unsurdur.
Teknolojinin gelişmesinin bir parçası olarak ilaç sanayisindeki ilerlemeler, ihtiyaç olan gıda arzını arttırıp talepleri karşılamak amacıyla tarım üretimini destekleyici kimyasalları çağımızın olmazsa olmazı haline getirse de; bu kimyasalların insan sağlığı dışında bütün ekolojik sisteme olan zararları gelişmekte olan ve az gelişmiş ülkelerde göz ardı edilmektedir. Böylelikle dünyamızın bugünü ve geleceği her gün, her saat, her dakika adeta sistematik şekilde zehirlenmektedir.
İkinci Dünya Savaşı sonrası insan zayiatı, yoksullaşma ve kıtlık gibi unsurlar tarım ilaçlarının şuursuzca kullanımına yol açmış, pestisit türleri içinde yer alan bu kimyasalların zamanla insan sağlığına verdiği ciddi zararların keşfedilmesiyle özellikle Avrupa bu konuda önlemlerini alarak bazı pestisitlerin kullanımını yasaklarken bazılarını ise kısıtlamıştır. Ancak bugün Avrupa, tekelinde diyebileceğimiz birçok ilaç firmasıyla kullanmadığı bu zehir saçan pestisitleri üretip başka ülkelere satıp ihraç etmekten erinmeyen bir konumda. Bu pestisitleri alıp kullanmaktan çekinmeyen, halk ve çevre sağlığı konusunda bilinç geliştirmekten, sorumluluk almaktan uzak kalmış ve/ya bırakılmış ülkeler ise bize çok daha hazin bir tablo sunuyor.
İnsanlarda muhtelif fizyolojik problemlere, hastalıklara sebep olan bu zehirli kimyasallar büyük oranda kanserojen etkiye sahip olmakla birlikte; en çok hormonal sistem, sinir sistemi ve üreme sağlığını tahrip ediyor. Fakat bu tarım kimyasallarının, örneğin tarım zararlısı kabul edilen böcekler kadar varlığıyla ekolojik dengenin çok hayati ve temel bir parçası olan arı gibi canlılar üzerindeki toksik etkileri görmezden geliniyor. Oysa son yıllarda yapılan araştırmalar; pestisitlere hava, toprak, bitki polenleri üzerinden transferle bir şekilde lavra ya da yetişkinken maruz kalan arıların bu kalıntıları taşıyıp genetik olarak aktardığını, aynı zamanda bu toksinlerin arıların da üreme ve sinir sistemine çok ciddi zararlar verdiğini gösteriyor.
Çevre, Şehircilik ve İklim Bakanlığı web sayfasında, (Tarım ve Orman Bakanlığı’ndan desteklenen verilerle) tam olarak alıntılayacağım şöyle bir ifade yer alıyor: “Türkiye’de 2022 yılında toplam tarım ilacı kullanım miktarı, 2021 yılına göre 4,5% artarak 55.374 ton’ a yükselmiştir.” Ardından yüzdelik oranlarıyla Türkiye’de en çok tarım ilacı kullanan 5 ilimiz sıralanıyor: Antalya, Manisa, Mersin, Adana ve Malatya…
Meseleden az-biraz haberi olanı okuyunca elbette şaşırtmayacak oranlar ve veriler bunlar.
Yine de insanın kafasında bir soru işareti beliriyor. Acaba tarım ilacı kullanımındaki bu “şeffaflık” (!) aslında ilaç demekten imtina etmemiz gereken bu zehirlerle (üstelik ülke tarımının kalbinin attığı 5 ildeki bu yoğun kullanım) ilgililerin halk sağlığını ve ekosistemi ne derece tahrip ettikleri, bizi nasıl ve ne kadar hasta ettikleri konusunda bir bağımsız araştırmanın verilerinde de sağlanabilir mi?
Türkiye’de gıda güvenliği ve çevre problemleri üzerine konuşup yazan uzmanların, gazetecilerin, akademisyenlerin hakikati gösterip insanları bilinçlendirdikleri için sonrasında uğraşmak durumunda kaldığı zincir davalardan anladığımız kadarıyla, öylesi bir şeffaflığı ve halk olarak önemsenmeyi anca rüyalarımızda görürüz…