Özlemler biriktirdiğimiz ve o birikimleri harcayacak yerimizin kalmadığı ilginç bir dünya düzenine evriliyoruz hızla. Geçmişi sıkça yâd ediyorsak eğer; ya ruhumuzun eksik, boşluk ya da ağır yaralı tarafları var yahut eksilmişlerimizi çok özlüyor, yerine hiçbir şeyi ve kimsecikleri koyamıyoruz demektir. Özlem demişken gençliğin ilk yılları; her davranışın acemi ve taşkın tarafı geliyor insanın aklına.Lisedeyken çok gülerdik mesela. Anneannemin deyimiyle “ vara yoka ona buna kaşık şıkırtısına göğün ışıltısına!” gülerdik. Seksenlerin sonuydu ve memlekette topyekün kalkınma planlarının yapıldığı, ithal ürünü peynirlerle ilk tanışıklığımızın, çeşitlilik arz eden; fiyatı ucuzlamış nike ve Adidas’larla kot pantolonların renkli olanlarıyla samimiyetin ilerlediği yıllardı. Çoğu ihtiyaç maddesine daha kolay ulaşabildiğimiz, “benim memurum işini bilir” yıllarının tam ortasındaydık. Hoşa giden rengarenk sahici sanıp iyilik zannettiğimiz bir sürü yenilik girdi hayatımıza. Renkli televizyonun evimize geldiği ilk günü hiç unutmuyorum . Saat öğleden sonra üçtü ve biz oturup pür dikkat açık öğretim programını izlemiştik. Mr. And Mrs. Brown’un go to the sea side yaptığı zamanlar. Ali’nin ata baktığı siyah beyaz yılları geride bırakmıştık ve rengarenk camın ilk deneyimleriydi bizim için. Koşulsuz her evde televizyonun mutlaka duvağı vardı. Örtüsüz olmazdı, tercihen dantelli örtüler ve bir de her evde bulunması farz olan mutlak büyük tv üniteleri. Raflı olurdu ve raflarında biblolar, resimler ve vazolarda plastik çiçekler bulunurdu. Evimize her daim üç gazete girerdi ve babamla köşe yazılarını bitirince karikatürlere çok gülerdik. Bedri Koraman’la İlhan Selçuk’un kapıştığı ve babamın İlhan Selçuk’u tartışmaya kapattığı yıllardı. Her nedense önce köşe yazıları okunur sonra diğer sayfalara geçilirdi. Gazete okumanın bile bir adabı, ille de kuralı vardı. Karikatür keyfini yaşamak için bile hak kazanmak gerekirdi bizim evde. Keyfiyet lüks tüketimdi sanki. Annem, babamın Amerika’dan abonelikle devam ettiği Financial Devolopment dergisine döviz üzerinden yatırılan üyelik aidatına uzun yıllar anlam veremedi aslında onun deyimiyle : “güzelim dolarlar”dı kıyamadığı. yirmibeş yıl her ay sarı zarfla ve değişik posta pullarıyla gelen derginin bize ulaşan son sayısı Mr. İlhan’ın vefatından bir ay sonraydı. Hayatın bizim penceremizden kaygısız göründüğü ve kolayca her şeye güldüğümüz, gülüverdiğimiz, gülüp geçtiğimiz yıllardı seksenler… Kız Liseleri bir alemdi. Okulda Heidi’nin okul müdürüyle donanmış; nefesimize sayaç takacak, etek boyumuzu, kendi huyumuzu, duruşumuzu, susuşumuzu hatta varlığımızı sevmeyen disipline öğretmenlerle doluydu. Onlar gülmezlerdi hiç. Benimle dertleri olmadı pek ama arkadaşlarımın çoğu o zamanları hala pek iyilikle yâd etmezler. Ben en çok edebiyatla ve tarihle meşguldüm. Kız liseleri mesleki derslere yoğunlaştığından edebiyatla pek ilgilenen olmazdı. Matematik dersinin ağlattığını Fuzûlî’nin divanı mutlu ederdi. Ders bitişleri okul çıkışları en çok sosyal faaliyetler, defile çalışmaları, moral günleri, piyes provaları ve ritmik jimnastik… işte o vakitler hayatımızın en neşeli anlarıydı ve kahkahamız dallardaki kuşları ürkütürdü. Her şeye çok güldüğümüz günlerden, gülecek şeyin azaldığı hatta bittiği günlere evrildik. Yıllar bize böyle mi dokunmalıydı? O masum ve kolay gülmelerin yan etkileri miydi bugünkü derin düşünmelerimiz, başımızı bir türlü göğe erdiremediğimiz, hayat gailesi dedikleri bu muydu? Adına modernite dediğimiz lüks yaşamın sınıf atlamanın belki de günümüz deyimiyle seçtiğimiz elit yaşamın bir parçası addettiğimiz egzersiz afişleri görüyorum sık sık. En garibime gideni de : “kahkaha yogası”…Her şeye gülebilir iken; şimdi gülmek için ciddi ciddi gidip kayıt falan yaptırılıyor, üzerine para ödeniyor. Bana gülmeyi öğret deniyor. Kaybolan neşemi, kaçan keyfimi sahte de olsa birkaç saatliğine ödünç ver deniyor. Çok garip ve acınası bir durumdayız demek ki. Dünya ne çekilmez bir yer olduysa artık onca çıkmaza ve onca kaosa gülmek için takvimden mesai harcıyor insanlık. Her şeye rağmen gülmeye çabalıyoruz. Her kavramın organik olanını aradığımız şu günlerde, sûni gülmeler satın alıyoruz. Konformist (sorgusuz itaat!) yaklaşımlar, hedonist davranışlar, kahkaha seminerleri… Lüks kurulumlar içinde yaşam destek ünitelerine bağlı yapmacık ve gerçekliğini kaybetmiş göstermelik hayatlar. Özetle; çok gülerdik eskiden, gülmelerin de sevmelerin de en organiğinden. İçimizden gelirdi tutamazdık ne sevincimizi ne de ani heyecanlarımızı. Annelerimizin güçlü kadın olmak gibi mecburi misyonları yoktu, illa ki her daim güzel olmak zorunda da değillerdi. Doğal kadınlar, adam gibi adam babalar ve bizlere düşense o zamanlar ; içimizden geldiğince davranmak, sahiden gülmek, gülümsemek ve gerçekten mutlu olmaktı. Biz gerçekliği ve gerçekliğimizi yitirdik belki de ondandır bunca güdümlü gülmeler…
Recent Comments
Görüntülenecek bir yorum yok.