Resim ve fotoğraf hasım mı hısım mı?

Yoldayız.
Evet, hayat her birimizin kişisel yolculuğu. Yolda karşımıza çıkanlar kadar yaşıyor, deneyimlerimizden kendimize kalanlar kadar var oluyoruz. Zaman zaman kendi yol’umuzda sıkışıyor, üretmenin verdiği ferahlık ve hafiflikle kendimize bir başka yolu da mümkün kılıyoruz. Üretmek de başlı başına bir yol hali belki de, yolda karşımıza çıkanları yeniden yorumluyor, yazıyor, fotoğraflıyor ve renklendiriyoruz. Yolda neler olmuyor ki! Disiplinler birbirine karışıyor, malzemeler çeşitleniyor, anlatım biçimleri kimi zaman çiçekleniyor, kimi zaman silkelenip arınıyor. Bireysel sanat dili bütünleşiyor ve yolu hepimize daha anlaşılabilir kılıyor… Böylece deneyimler herkesin ortak hafızasında anlamlandırabildiği bir duyguya dönüşüyor ve kullanılabilir oluyor.  Fotoğraf resmi özgürleştiriyor, resim fotoğrafı demokratikleştiriyor, Fotoğraf resimselliğe doğru kayıyor, resimler fotogerçekçiliğe doğru gidiyor… Kimi zaman altına birer cümle düşülüyor;
“Hiçbir şeyin sonsuza dek sürmeyeceğini biliyorum. Diğer insanlar için de bir alan bırakmalıyız. Bu bir döngü. Binersin ve sonuna kadar gidersin. Sonra başkası alır senin yerini. Şimdi de üzerime düşeni yapmak için bunu kapatıp hızla bir sonraki kapıya koşacağım.”

Gülser Günaydın ve Sibel Ünalan’ın fotoğraf ve resmi birbiriyle buluşturduğu “Yolda” sergisi geçtiğimiz günlerde Fotokolektif’te açıldı. Burcu Aydın moderatörlüğünde gerçekleşen söyleşide birbirini besleyen bu iki disiplininin hasım mı yoksa hısım mı olduğu tartışıldı.
Sergide yok yok! Resim ve fotoğrafla birlikte videoart, kolaj çalışmaları, aylak ‘flanöz’leri ile birlikte rengini bulan şehirler, Kendi halindeliğin en naif örneklerinden Virginia Woolf esintileri, sanatın sokaklarda olduğunu çok iyi bilen Vivian Maier dokunuşları… 4 buçuk dakikalık bir yol ve ona dair onlarca tasvir. Sibel Ünalan’ın da dediği gibi, “Neticede hepimiz aynı yollardayız çünkü yaşıyoruz. Üstüne on sergi daha açılır belki de…”
SİBEL ÜNALAN: HAYATIN KENDİSİ YOLDURÜniversite yıllarından beri kolaj tekniğine gönül veren Sibel Ünalan, kolajlarda genelde insan fotoğrafları kullandığını anlatıyor ve fotoğraf ile resmin hısım olduğunu şu sözlerle ifade ediyor, “Genel olarak resmin ve fotoğrafın birbiriyle dost olduğunu, birbirinin önüne geçmeyip aksine birbirini desteklediklerini düşünüyorum. Farklı malzeme ve bileşenlerin bir arada olması inanılmaz keyif verici. Pentür, evet izlediğimde hoşuma gidiyor ancak kendim yaptığımda bana hep bir şeyler yarım geliyor. O yüzden farklı malzemeleri muhakkak dahil ediyorum. Konu ne olursa olsun kolaj birincil tercihim, aynı konuda ısrar etmek de huyum değil.
Ünalan, “Yol” konusunu çok benimsediğini ve kendi yola çıkışının da ‘flanöz’ kavramıyla başladığını söylüyor; “Flanöz Fransızca kökenli bu sözcük. Şehirde yürüyen kadınlar anlamına geliyor, flanör kelimesinin dişil hali. Kolajlarımda kadın fotoğraflarını kullanmayı seviyorum, kadın olduğumdan kadın fotoğraflarıyla kendimi daha iyi ifade edebildiğimi düşünüyorum. Gülser ile bir araya geldiğimizde ise biraz daha geniş kapsamlı düşünmeye başladık. Dedik ki, hayatın kendisi yoldur. Hepimiz yoldayız. İkimiz birlikte yol aldık ancak herkes kendi bildiği yoldaydı. Neticede hepimiz aynı yollardayız çünkü yaşıyoruz. Üstüne on sergi açılır belki de…”
 GÜLSER GÜNAYDIN: BULANIK OLANI GEÇMİŞ DENEYİMLERİMİZLE ANLAMLANDIRIYORUZYolda olma halini sanata uyarlayıp eserleri süreç içerisinde çıkardıklarına değinen Gülser Günaydın ise şunları söylüyor, “Fotoğraf ve resim için bazılarımızın tanımları daha dar, bazılarımızınki daha geniş. Bugün sanat eseri belki de üzerinde eleştirel bir tartışma yaratabileceğimiz ürünler. Mesele şu, imgenin güzelliği değil imgeleştirmenin güzel olması, yapıtın güzel olması değil, yapıtlaştırmanın güzel olması. Evet, ‘Work in process’ diyoruz, biz de burdan yol aldık; süreç içerisindeki iş, bir şeyin üretilme yolu. Dolayısıyla bu süreçte fotoğraf ve resim hısım oldu.”
Bir süredir, dikkatli bakmıyor olmak üzerine birtakım fotoğraf ve resim çalışmaları yapıyor olduğuna değinen Günaydın, deneyimlerini şu sözlerle aktarıyor, “Dikkatli bakmıyor, hızlıca tüketiyor olduğumuz gözlemim sonrasında ‘keskinleştirerek bakmak’ dedim ve bulanık şeylere daha dikkatli baktığımızı fark ettim. O yüzden gözü kısınca ifade ortaya çıkan portreler yapmaya başladım. Sonra yoldaki bulanıklığı gördüm. Sergide gördüğünüz duvardaki bütün bir yol içeriği toplam dört buçuk dakikalık üç yol videosundan oluşuyor. Esasında bulanık olan bir şeyi geçmiş deneyimlerimizle anlamlandırıyoruz. Oradaki hafif bir ışığın sokak lambası olduğu, pembeliğin bir ev olabileceği duygusu bize geliyor. Hoşumuza giden yol görüntüleri içindeki birçok parçadan oluşuyor, gördüğümüz birtakım sanat eserlerine benziyor. Coğrafi olarak da bildik bir duygu yaşatıyor. Evet çok kişisel bir deneyim ama aynı zamanda ortak bir duyguya işaret ediyor. Sibel ile de böylece buluştuk, burada yola çıkan ‘flanöz’ler tek başlarına bir şeyler yapıyorlar ancak pek çok kadına hitap ediyor, o zaman herkesin sesi oluyor. Herkesin bildiği bir duyguya hitap ediyor. Woolf ve Maier’in mücadelesi bireysel belki ama aslında herkesin anlayabildiği bir duyguyu işaret ediyor ve kullanılabilir oluyor.”
‘SANAT NE OLDUĞU HAKKINDA KONUŞTURDUĞU ZAMAN ÇOK DAHA KIYMETLİ’Günaydın, güncel sanat ile ilgili düşünceleriniyse şöyle ifade ediyor, “Güncel olmak, bugünün meseleleriyle uğraşmak mevcut teknolojide daha mümkün ama felsefeye bakacak olursak milat öncesinden bu yana hemen hemen hep aynı meseleleri konuşuyoruz. Demek ki bitmeyen meselelerimizin yanında yaşadığımız zamanın kendi ruhu, ritüelleri var. Kültür dediğimiz şey insanın içinde yaşadığı gerçeklik esasında. Bu hayatı algılayabilmek adına insan olarak yarattığımız tüm bu gerçeklik bizim medeniyetimiz ve algılarımız da bunlarla şekilleniyor. Aletler ve edevatlar değiştikçe görme biçimlerimiz de değişiyor. Biz gelişiyor demeyi seviyoruz ancak acaba gerçekten gelişiyor mu? Algılarımızda bir genişlemeye ihtiyaç var diye düşünüyorum. Sanatta da bir genişleme var, kavramsal sanatla birlikte genişleyip malzemede de bir özgürleşme ve karışıma doğru giden bir tarihsel var. Tüm bunlar belki de içimizdeki sıkışmışlıktan kaynaklanıyor. Kavramsal sanat dediğimiz şey daha talepkâr, senden daha çok şey bekliyorum ancak sana daha fazlasını vereceğim iddiası taşıyor. Bu da ilişkisel sanat oluyor. ‘Bu da mı sanat?’ belki de en güzel soru, çünkü sanat ne olduğu hakkında konuşturduğu zaman çok daha kıymetli, işte o zaman sanatın ne için var olduğuna kadar düşünmeye cesaret ediyoruz.”
Söyleşi, fotoğraf ve resmin hısım olduğu kararıyla son buluyorken, ‘Yol’da Ankara kültür sanat hayatında alışılagelmemiş bir kapanış partisiyle sona eriyor. Ünalan ve Günaydın’ın fotoğraf ve resmin hısımlığından beslenen yol tasvirleriyse hepimizin yol’undan izler taşıyor.