TÜRSAB İstanbul Boğaziçi Başkanımız Nejat KARAGÖZ’ü bir süre önce kaybetmiştik. Bugün ölüm yıldönümü. Aşağıdaki yazım onun yokluğuna bir türlü alışamayan sevgili oğlu EFE’ye ithafımdır.
Sen de büyüdün artık Efe;
Canım arkadaşımız, dostumuz, meslektaşımız Nejat Karagöz, arkasında belki mal-mülk değil ama sana şan, şeref, yüzlerce dost bıraktı sevgili Efe. Bir ömür boyu taşıyacaksın bu gururu. Onun, bakarken gözlerinin dolduğu, kıymetlisi olarak, baban ne mutludur ki bu topluma güzel, altın kalpli, zeki, ahlaklı, dürüst bir insan kazandırdı. Asla gözü arkada kalmayacak, buna eminim. Sen de şundan emin ol ki, bizler arkadaşları olarak seni ömür boyu sürecek bir dost, bir arkadaş ve bir evlat olarak kabul ediyoruz.
Babalarını kaybeden kızların hislerini bilemem. Ancak, biz erkek çocukları olarak, babamızı kaybettiğimiz gündür bizim büyüdüğümüz gün. Yaslandığımız duvarın sırtımızdan gittiği, omuzumuzu tutan ellerin kaybolduğu, her adımda gölgesini hissettiğimiz güç, bilgi, görgü, nizam kaynağımızın kuruduğu, onun varlığı ile meydan okuduğumuz dünyanın başımıza yıkıldığı gündür o melun gün.
Ya bundan sonra?
Babanı kaybettikten sonra ilk kez geleceğini düşünürsün, ilk kez kendine sorumluluklarını sıralarsın, kendini sorgularsın. Sen alırsın düne kadar senden sorumlu olan annenin, ablanın, kardeşlerinin sorumluluğunu. Geçinmek, geçindirmek kavramlarıyla tanışırsın. En önemlisi; gerçek dost, arkadaş, akraba kimmiş tanırsın. Bir bakmışsın ki düne kadar senin, babanın ve ailenin etrafında dönen bazı dost !, akraba ve komşular birden bire yok olmuş, sırtlarını dönmüş, evine gelmez, selam vermez olmuşlar. Ezberin bozulur. Kaybedersin arkadaşlık, dostluk, akrabalık kavramlarını.
Babanla yaşanmışlıkların aklına geldikçe sevinir, yaşanamamışlıklarda hüzünlenirsin. Hele benim gibi 17’sinde kaybedersen babanı, hele daha sırlarını paylaşamamış, henüz onu sevdiğini söyleyememiş, ona sevgilini anlatamamış, okulunu, işini, dertlerini, çıkmazlarını paylaşamamışsan ve hele daha baba-oğul 2 kadeh karşılıklı tokuşturamadıysan, daha da zorlanırsın yokluğuna alışmaya.
Keşke babam yanımda olsaydı
Okul, iş ve aşk hayatını da, yol haritanı da, hatta yeme-içme adabını da “yaşa ve gör” felsefesi ile sürdürmek, kılavuzsuz kaldığın için iki adımda bir tökezlemek zorunda kalırsın. İşin bozulduğunda, dost kazığı yediğinde, aşk acısı çektiğinde yani senden yıllarını alan her dönemeçte ve sekmede Keşke babam şimdi yanımda olsaydı dersin keşke…
Ve sonunda günün deyimiyle “reset” edersin hayatını. Yeni bir başlangıç, yeni yaşam biçimi, yepyeni bir çevre. Çok daha değerli yalnızlık, daha sıkı aile bağları, daha ciddi sorumluluklar edinirsin. Duyguların iç içe ve karma karışıktır. Uyuyamazsın geceleri. Çözümsüzlüğün esaretiyle bir o yana bir bu yana döner durursun sabahlara kadar. Kimileri buna travma der. Oysa sen bilirsin beyninde patlayan balyozun, omzuna binen sorumluluğun ağırlığını. Yaşın kaç olursa olsun büyümüşsündür artık. Ve gün olur, senin de oğlun olur. Sendedir sıra. Babandan aldığın karşılıksız sevgiyi, emekleri, şevkati misliyle verirsin oğluna. Ve istersin ki; oğlun asla büyümesin, senden kopmasın, hiçbir güç sizi ayıramasın…
Çocukluğumdan beri her iki cümlemden biri “Benim babam var ya …” ile başlardı. Ama benim babam yok artık! Asla geri ödeyemeyeceğimi bildiğim emeklerine başarılarımla karşılık vermek istediğim ağacım, direğim, aslan babam yok artık.
İşte bunu idrak ettiğimiz gün bizler büyüdük Efe…
Tüm ölmüş babalarımızın ruhları şad olsun …