Yazımıza geçtiğimiz günlerde yapılan bir toplantıda dile getirilen sözlerden bazı alıntılar yaparak başlayalım istedik bugün. Sözleri alt alta sıralayalım:
– Uluslararası Finans Enstitüsü’ne göre küresel borçlar 315 trilyon dolara yükselmiş bulunuyor.
– Finansal sistem, artık reel sektörü sömüren bir yapıya dönüşmüştür.
– Kronikleşen bir diğer sorun servet ve gelir adaletinin bozulmasıdır. Öyle ki günümüzde servet eşitsizliği dünyada tarihi bakımdan en yüksek seviyesine çıkmıştır. Dünyadaki en zengin yüzde 1’lik kesim küresel servetin neredeyse yarısına sahip bulunuyor. Alttaki yüzde 50’lik kesimin aldığı pay ise yüzde 1’i dahi geçmiyor. Fakirden zengine doğru bir servet transferi yaşanıyor.
– Kapitalist sistemin serbest piyasayı teşvik ediyor gibi görünse de tekelleşmeyi, paradan para kazanmayı ödüllendirdiği görülüyor. Fakiri daha da fakirleştiren bu sistemin dertlerimize derman olamayacağını hepimiz kabul etmek zorundayız.
– Biz bu ülkenin vatandaşları olarak yastık altı denilen sistem dışı tasarruf kültürüne sahibiz.
– Yastık altında döviz ve altının sahibine güven verme dışında ekonomiye aktif bir katkısı olmadığını hepimiz biliyoruz.
– Yastık altı tasarrufların ekonomiye kazandırılmasını hep arzu ettik, teşvikler açıkladık, çağrıda bulunduk. Ama bunda tam anlamıyla muvaffak olamadık.
– Yastık altı altınların ekonomiye kazandırılmasında kurumlarımız toplumu ikna edici finansal ürünler geliştiremedi.
– Katılım finansa yönelik toplumdaki ön yargılar hala kırılmadı. Ülkemizde katılım finans ekseriyetle dini hassasiyetlere göre tasarrufların değerlendirilmesi olarak görülüyor.
Şimdi bu sözleri kimin sarfettiğini merak ediyorsunuz değil mi? Bu sözlerin tamamı, Cumhurbaşkanı ve AK Parti Genel Başkanı Recep Tayyip Erdoğan’ın, Albaraka İslami Finans Zirvesi’nde yaptığı konuşmadan alınmış.
Biz de yıllardır özellikle servet ve gelir adaletinin bozulmasına ilişkin görüşlerimizi sizlerle paylaşıyoruz. Yıllardır süregelen ve her geçen gün biraz daha derinleşen bu sorun ülkemizi de içten içe yıkıyor. Ülkemizdeki en zengin ile en yoksul arasındaki gelir adaletsizliği makası her geçen gün biraz daha açılıyor. Ülkemizin, en zengin yüzde 5’lik kısmı milli gelirin hemen hemen yarısına sahip durumda. Yüzde 15’lik kesimiyle birlikte toplam yüzde 20’lik kesim ise milli gelirin yüzde 85’ine yakın kısmını paylaşıyor. En yoksul yüzde 20’lik kesim milli gelirin yüzde 1-2’sini alırken aradaki yüzde 60’lık kısım ise kalanı paylaşıyor.
Yani dünyadaki gelir ve servet paylaşımındaki adaletsizliğin benzeri hemen hemen aynı oranlarla ülkemizde de yaşanıyor. Ne yazık ki, bu adaletsiz durum düzeleceği yere her geçen gün biraz daha bozuluyor. İşte enflasyon dediğimiz felaketin acı faturası vatandaşlarımıza bu şekilde yansıyor.
Daha anlaşılır olabilmesi için enflasyonun bir kısmını yansıtan gıda enflasyonu açısından durumu değerlendirelim. Gıda enflasyonu özellikle yoksul ve dar gelirlileri derinden etkiliyor. TÜİK’in verilerine göre, yüzde 70’lerin üzerinde seyreden gıda enflasyonu sendika araştırma birimleri tarafından yapılan araştırmalarda yüzde 100’e yaklaşmış durumda. Mesela emekliler gıda enflasyonu yüzde 87 düzeyinde hissediyor Yine yüzde 20’lik gelir dağımı gruplarına göre mesela, üçüncü yüzde 20’lik gelir grubunun gıda enflasyonu yüzde 81,1, düşük gelirli ikinci yüzde 20’lik grubun gıda enflasyonu yüzde 93 ve en yoksul yüzde 20’lik gelir grubun gıda enflasyonu ise yüzde 110’ları geçiyor.
Yüksek gelir grupları ise gıda enflasyonunu daha az hissediyor. Dördüncü (yüksek) yüzde 20’lik gelir grubunun gıda enflasyonu yüzde 68 olurken, en yüksek gelir grubunun gıda enflasyonu ise yüzde 50’ler düzeyinde olması bir tesadüf müdür?
Elbette ki, böyle bir tesadüf olmaz. Bu durum kapitalizmin kurduğu sömürü sisteminin bir parçasıdır. Zengin devletler bunu yoksul ülkeleri sömürerek yaparken, yoksul ülkelerde yaşayanlarda, o ülkedeki bir avuç azınlığın mutluluğu için çaba harcıyor.
İşte 21. Yüzyılda geldiğimiz nokta bu!