Okullarda akran zorbalığını ele aldığım son yazıma bugün yine kaldığı yerden devam edeceğim. Konu hakkında ilk yazımda belirttiğim üzere; akran zorbalığı meselesi üzerine anne-baba, eğitmen-öğretmen, tüm eğitim kurumları ve Milli Eğitim Bakanlığı’na büyük iş düşüyor. Ancak buna geçmeden önce, Türkiye’de sıkıntılı, “gelenekselleşmiş” ebeveyn davranışlarına biraz daha eğilmek istiyorum.
Muhakkak herkesin evladı kendisi için önemli, kıymetli. Ne mutlu, öyle olmalı zaten! Ancak ülkemizde ebeveynlerin ekserisi çocukları söz konusu olduğunda adeta bir şuur kaybı yaşayarak, dünyada kendi çocukları dışında başka çocukların da olduğu, onların da bütün farklılıklarıyla tek ve değerli olduğunu unutuyor. Özellikle okul çağındaki çocuklar arasında her birinin ayrı bir birey olması, farklı kültür ve gerçekliklerden gelmiş olmaları zaman zaman çatışmalar, anlaşmazlıklar yaratabilir. Bu da çocuğun akranlarıyla paylaştığı sosyalizasyon sürecinin normal ve olması gereken bir parçasıdır. Oysa bazı veliler böyle hallerde kendi sorunlarını çocukları üzerinden okuyup, meseleyi kişiselleştirerek başkalarının çocuğunu, denge sağlamaya çalışan eğitmen/uzmanları ve pedagojik ilkeleri ezip geçmeye çok heveskâr. Çocuklarını “gözetmek” hususunda bu tür heves ve temayülleri olan anne-babalar, sizlere kötü haberlerim var: Çocuğunuz eksiğiyle-fazlasıyla yalnızca ve en çok size özel. Dünyada başka ana-babadan olma milyarlarca farklı çocuk var ve onlar da eksiğiyle-fazlasıyla kendine göre eşsiz, orijinal. Ayrıca çocuğunuzu içinde olduğunuz ve/ya olmayı düşlediğiniz hangi kulvarda, hangi hedeflerle başkasının çoluk çocuğu ile kıyaslıyor ve her konuda en önde olmasını istiyorsanız, bilin ki etrafta her zaman sizin yavrunuzdan daha iyisi, daha olanaklısı, daha başarılısı, daha güzeli, daha yeteneklisi, daha zekisi olacak. Tıpkı kendi yaşamlarınızda, yakın-uzak çevrenizde sizden daha iyi, daha önde, daha başarılı, daha güçlü, daha zengin vs. başkalarının var olduğu gibi… İlk kez anne-baba olanların ilk zamanlar mazur görülebilir o tatlı, ümitli ve aşırı idealist muhayyilesinden bir an önce çıkıp, dünyamıza ve gerçekçi olmaya ne kadar erken dönerseniz, makul bir ebeveyn gibi davranmanın en önemli adımını atmış olursunuz.
Eğitimin aileden başladığı kabulüyle çocuklarınızı bencilliğin, tekçiliğin hakim olduğu bir anlayışla değil; dünyadaki çeşitliliğe aşina olacağı ve başkalarına, varoluşun özüne saygı duyacağı bir anlayışla yetiştirmeyi niyet edinin. Zorba çocukların hiç şüphesiz anne-baba ve yakınlarının olumsuz davranışlarını taklit ettiğini aklınızda bulundurarak kendinize ve ebeveyn davranışlarınıza çeki düzen verin. Çocuklarınıza yaşı doğrultusunda ihtiyacı olan ilgi, sevgi ve şefkati gösterin. Bu hususta başkalarının çocuklarını da gözetin; empatili olun.
Bir çocuğu zorba yetiştirmek ile güçlü yetiştirmek birbirinden çok farklı iki seçenek. Ve tercihiniz geleceğe bir zorba yetiştirip ortalığa salmaktan yanaysa, size İngiliz şarkıcı Jessie J.’in henüz üniversitede okuduğum yıllarda çıkardığı meşhur pop single’larından biri olan “Who’s laughing now” (Şimdi kim gülüyor) isimli şarkısını klibiyle armağan ediyorum; ilaveten neredeyse her dilde, her kültürde benzer karşılığı olan “son gülen iyi güler” vecizesini anımsatarak…
Gelelim eğitimcilere ve eğitim kurumlarına… Anne-babalar kadar, okul çağındaki çocukların gelişiminde çok büyük etkileri olan ve akran zorbalığını döngüselleştirip, körükleyip yerleşik kılabilen iki unsur. Bu doğrultuda söze girmem gerekirse; evvela bazı öğretmenlerin açıkça sınıflarda öğrenci kayırdığını söylemek gerek ve bu çok ciddi bir etik sorun. Bazı öğretmenler ve yöneticiler -tamamen objektiflikten uzak tutumlarla- sınıflarındaki öğrencileri başarılarına göre, bazıları güçlü ve/ya nüfuzlu kimselerin okuldaki baskısıyla, bazıları ise velilerle bir sebeple okul dışında özel sıkı ilişkiler, arkadaşlık vb. kurmuş olmaları sebebiyle kollayıp alenen ayrımcılık yapıyor. Bu tür eğitmen, öğretmen ve okul idarecilerine hatırlatmak isterim ki; nasılsa anlamaz sandığınız o küçük çocuklar bunu kısa sürede kavrar, hisseder. Ancak ayrımcılık ve iltimas dinamiğinin, eşitsizliğin hakim olduğu okul/sınıfların öğrencilerinde bunun bilincinde olmak psikolojik olarak ağır yük olabileceğinden, bunu aileleriyle tam olarak paylaşamayabilirler. (Çocuklar bazen ailesi üzülmesin diye bile saklar sorunlarını.) Dolayısıyla anne ve babalar çocuklarının okul hayatlarına dair anlattıklarına önyargısız kulak vermeli ve takipçi olmalı. Çocuğunuz içine kapanıyor, hırçınlaşıyor, okula gitmek istemiyorsa mutlaka altındaki nedenleri sorgulayın, gözlemleyin.
Milli Eğitim Bakanlığı’nın (MEB) da akran zorbalığını bir an önce ciddiyetle gündemine alıp, her seviyedeki eğitim kurumu ve okulları bu problemi çözmek üzere harekete geçirmesi gerekiyor. Bunun için ilkokuldan lise sona müfredatta “temel değerler ve görgü” eğitimine yer vermek, okullarda rehberlik ve psikolojik danışmanlık hizmetlerini zaruri hale getirmek (hatta ders programına almak), öğretmen ve velileri bilinçlendirecek özel periyodik programlar hazırlamak aklıma ilk gelen öneriler… Ayrıca çocuk ve gençler arasında günümüz koşullarında artan siber zorbalığın önlenmesi için de hususi bir politika geliştirilerek, öğrencilerin bazı sosyal medya araçlarını kullanmalarına artık birtakım kısıtlama ve ölçüler getirmekte fayda var.
Son olarak hatırlatmak gerekirse; çocuklar sanıldığının aksine, sınırları sınırlandırılmaya ihtiyaç duydukları için zorlar ve sizi sınar. Çocuklarınıza sınırları(nı) mutlaka öğretin.
