Bugün sokak fotoğrafçılığından bahsetmek istiyorum. Esas olarak sokak fotoğrafçılığı, kamusal alanlardaki günlük hayatı ve insani anları yakalamaktır. Bu, bir köşede çay içen yaşlı bir adam olabilir, tozlu bir sokakta yalınayak top oynayan çocuklar ya da kalabalık bir metro istasyonunda el ele tutuşan âşıklar. Bunlar, günlük yaşamın dokusunu oluşturan anlar sessiz, gürültülü, garip ya da şiirsel.
Birçok insanın düşündüğünün aksine, sokak fotoğrafçısı olmak için pahalı ekipmanlara ya da özel yerlere ihtiyacınız yok. Bir kamera hatta sadece bir telefon ve biraz merak duygusu yeterlidir.
Hedef yok, sadece içgüdülerinizi takip edin. İnsanları, ışığı, gölgeleri ve o anda gelişen küçük hikâyeleri gözlemleyin. Duygu, zıtlık, jestler ya da sadece size bir şey hissettiren anları arayın. Asıl mesele şu sanıyorum. Eğer o an sizi etkiliyorsa bir başkasını da etkileyebilir çektiğiniz fotoğraf.
Sokak fotoğrafçılığı içinde o anları barındırır. Aynı zamanda hızlı ve dikkatli olmak gerekir. O anlar saniyeler içinde gelip geçer. Bir bakış, bir kahkaha, gazeteye dalmış bir adamın yanından geçen bir kuş hepsi bir anda olur ve biter.
Gerçekten herkes ama herkes sokak fotoğrafçılığı yapabilir. Profesyonel fotoğrafçı olmanıza gerek yok. Sertifikaya ya da yıllarca süren bir eğitime ihtiyacınız yok. Tek ihtiyacınız olan, çevrenizdeki dünyayla bağlantı kurma isteği ve gözlem yeteneği. Hatta bazen yeni başlayanlar, deneyimli fotoğrafçıların gözden kaçırdığı şeyleri görür. Çünkü kurallara takılıp kalmazlar, duygu ile çekerler.
İster küçük bir kasabada yaşayan bir genç, ister büyük şehirde emekli biri olun, hayatı izlemeyi seviyorsanız ve elinizde bir kamera ya da telefon varsa, tebrikler siz de bir sokak fotoğrafçısısınız. Bazıları hayatı olduğu gibi belgelemek için yapar. Bazıları için terapi gibidir. Yavaşlamak, gözlemlemek ve kaosu anlamlandırmak için bir yol. Kimileri sıradanın içindeki güzelliği arar.
Benim gibi olanlar ise unutulacak küçük hikâyeleri ölümsüzleştirmek ister.
Sokak fotoğrafçılığında biraz da macera var. Ne bulacağınızı asla bilemezsiniz. Her yürüyüş, küçük bir hazine avına dönüşür.
Sokak fotoğrafçılığı, bize görmeyi öğretir. Normalde fark etmeyeceğimiz şeyleri fark etmemizi sağlar. Sıradanı yüceltir ve küçük anların bile anlam taşıdığını hatırlatır. Aynı zamanda bir zaman kapsülü gibidir. Düşünsenize, biri sizin 2025 yılında bir çocuğun güvercin kovaladığı bir fotoğrafınıza 30 yıl sonra bakıyor. O kare, bir anda tarihe dönüşüyor.
Belgelemenin ötesinde, düşünce uyandırabilir, duygu yaratabilir, sorular sordurabilir. Önyargıları kırabilir, adaletsizlikleri gösterebilir ya da sadece gürültülü bir dünyada biraz mizah veya şiirsellik sunabilir.
Sokak fotoğrafçılığı dünyasında iz bırakmış birçok isim var. Ara Güler, İstanbul’un ruhunu belki de en iyi anlatan fotoğrafçıdır. Her karesinde tarih, insan ve şiir vardır. Henri Cartier-Bresson, “Karar anı” kavramını fotoğrafçılığa kazandıran Fransız fotoğrafçı. Sokak fotoğrafçılığının kurucularındandır. Vivian Maier, Hayatının büyük kısmında bilinmeyen Amerikalı dadı, geride binlerce çarpıcı sokak fotoğrafı bıraktı. Garry Winogrand, 60’ların ve 70’lerin Amerika’sını sokaklardan belgeleyen enerjik ve kaotik fotoğraflarıyla bilinir. Bruce Gilden, İnsanların yüzlerine neredeyse dürtüsel bir yakınlıkla yaklaşan ve sert flaş kullanımıyla tanınan Amerikalı fotoğrafçı.
Eğer sokak fotoğrafçılığına başlamak istiyorsanız, başlayın. Olduğunuz yerden başlayın, elinizdekini kullanın ve hissettiğinizi çekin. Mükemmel anı beklemeyin, gerçek anı yakalayın.
