“Suriye’nin bütünlüğü esas alınmalı”

Doç. Dr. İbrahim Arslan, “Beş farklı gruptan oluşmasına rağmen, bu grupların koordineli ve disiplinli hareket etmeleri, kullandıkları silahlar ve yöntemler, HTŞ’nin askeri olarak bir devlet aklıyla yönlendirildiğini ortaya koymaktadır.” dedi. 
Esas rejiminin başlatılan harekat ile 12 günde nasıl devrildiğini değerlendiren Arslan, “Suriye’de yaşananları Ortadoğu’daki diğer gelişmeler ve Rusya-Ukrayna Savaşı ile birlikte değerlendirmemiz gerekmektedir. Bilindiği üzere, HAMAS’ın 7 Ekim 2023’te başlattığı Aksa Tufanı operasyonunun hemen sonrasında, İsrail’in HAMAS’a ve Gazze’deki Filistinlilere karşı bir yılı aşkın süredir devam eden saldırılarına HAMAS artık etkili cevap veremez hale geldi. HAMAS’ın kontrolünü kaybetmesi üzerine İsrail, vakit geçirmeksizin, İran’ın en önemli destekçilerinden olan Lübnan’daki Hizbullah’a karşı saldırı başlattı. Hizbullah’ın komuta yapısını hedef alan İsrail saldırıları, burada da başarılı oldu. Rusya’nın; batılı ülkelerin Ukrayna’ya yoğun desteği nedeniyle, Ukrayna karşısında bir türlü sonlandıramadığı savaş, Rusya’yı Suriye cephesinde güç azaltmaya mecbur bıraktı. Bu gelişmelerden dolayı İran ve Rusya’dan yeterli desteği alamayan Esad rejiminin; Halep’teki güçlerini geri çekerek şehrin yönetimini PKK’nın parça yapısı olan PYD/YPG’ye bırakması üzerine HTŞ, harekete geçmenin zamanının geldiğini düşünerek, ileri harekata başladı ve 12 gün içinde Esad rejimi devrildi” dedi. 
Suriye’deki Esad rejimini destekleyen dış güçlerin günümüzde Rusya ve İran olduğunu hatırlatan Arslan, “İran, Suriye ile mezhep birlikteliğine dayalı bir ilişki geliştirirken, Rusya, Esad’ın iktidarını sürdürmesi karşılığında Suriye topraklarında Hmeymim’deki hava üssü ve Tartus’taki deniz üssüyle Doğu Akdeniz’de varlık gösterebiliyordu.” diye konuştu.
Esad’ın, Rusya ve İran’ın içinde bulunduğu durumu tam olarak değerlendiremediğini, ne olursa olsun bu iki ülkenin kendisini koşulsuz olarak desteklemeye devam edeceğine ilişkin inancını koruduğunu ifade eden Arslan sözlerini şöyle sürdürdü: “HTŞ’nin 12 gün süren harekâtı esnasında dikkat çeken bazı gelişmelere tanık olduk. ABD, gelişmeleri izlediği yönünde açıklamalar yaparken harekatın durdurulmasına yönelik herhangi bir girişimde bulunmadı. İsrail, HTŞ’nin ilerleyişini adeta kolaylaştıracak biçimde Esad rejimine ait askeri üslere hava saldırılarında bulundu. Irak, Suriye sınırını kapattığını açıkladı. Böylece Esad rejimini desteklemek üzere Irak üzerinden Suriye’ye gelebilecek İran’a ait unsurlara karşı tutum geliştirdi. Türkiye, olayları yakından izlediğini ve başkentlerle görüşmeleri sürdürdüğünü açıkladı.”
HTŞ’nin, ileri harekâtı esnasında sivillere zarar vermeme konusunda çok dikkatli davrandığının altını çizen Arslan, “Sürekli olarak, Suriye’nin geleceğinin, Suriye halkını oluşturan tüm inanç ve ırktan Suriyelilerce birlikte inşa edileceğine vurgu yapmaktadır. İlave olarak, beş farklı gruptan oluşmasına rağmen, bu grupların koordineli ve disiplinli hareket etmeleri, kullandıkları silahlar ve yöntemler, HTŞ’nin askeri olarak bir devlet aklıyla yönlendirildiğini ortaya koymaktadır.” dedi. 
“HTŞ TERÖRİST BİR ÖRGÜT OLARAK GÖRÜLÜYOR”Arslan, “Esad rejiminin Başbakanı Muhammed Gazi el-Celali’nin HTŞ unsurlarınca konutundan alınması esnasında Başbakana karşı son derece saygılı davranılmasını, Başbakanın halkın seçeceği bir yönetime görevini devretmeye hazır olduğunu ifade etmesini ve yeni hükümetin kurulmasına yönelik olarak çalışmalarını sürdürdüğünü açıklamasını, HTŞ’nin uluslararası tanınırlığına yardımcı olacak izlenimler olarak okuyabiliriz.” ifadelerini kullanarak sözlerine şöyle devam etti:
“HTŞ önderliğinde kurulacak yeni yönetimde çoğunluk HTŞ unsurlarından olmakla birlikte, Suriye halkını oluşturan azınlıkların temsilcileri de hükümette yer alacak gibi görünmektedir. HTŞ’nin en önemli sorunu uluslararası toplum tarafından terörist bir örgüt olarak görülmesidir. HTŞ, bu yargının kırılmasını sağlamaya yönelik adımlar atmaktadır. Esad’ın ülkeden ayrılması ve halen bulunduğu Rusya’da sürgünde bir hükümet kurmaya yönelik herhangi bir iddiada ya da girişimde bulunmaması, sahadaki durumu kabul ettiğini göstermektedir. Bu noktadan hareketle, HTŞ’yi artık muhalifler olarak isimlendirmek uygun değildir, zira an itibariyle Suriye’de iktidarını sürdüren başka bir irade bulunmamaktadır.”
“SURİYE’DE KURULACAK HÜKÜMET, SURİYE’NİN BÜTÜNLÜĞÜNÜ ESAS ALMALI”Suriye’de kurulacak hükümete ilişkin değerlendirmede de bulunan Doç. Dr. İbrahim Arslan, şöyle dedi:
“Suriye’de kurulacak hükümet, Suriye’nin bütünlüğünü esas almalı, ülke federal ya da konfederal bir yapıya dönüşmemelidir. Bilindiği üzere Irak, anayasa ile üç parçalı bir yapıya dönüştü. Bu durum, merkezi hükümetin gücünü zayıflatmaktadır. Din ve/veya mezhep farklılığı ya da ırksal farklılıklar, demokrasi kültürünün yeterince içselleştirilmediği Ortadoğu’da merkezi otoriteyi zayıflatan bir yönetimin tercih edilmemesini gerektirmektedir. Suriye’nin yeni anayasası insan haklarına güçlü vurguda bulunan, laik ve bütünlüğü korunmuş bir Suriye’yi inşa etmeye yönelik olmalıdır. Biraz evvel ifade ettiğim farklılıklar, maalesef, Ortadoğu’da aynı coğrafyada yaşayan halkların uluslaşmasını güçleştirmekte, yönetimi ele geçiren unsur, karşıt olarak gördüğü unsur ya da unsurlara hayat hakkı tanımamakta, kamu hizmetlerine erişim engellenmektedir.”
Suriye’nin, Esad ailesinin yönetimindeki yıllar süresince acı tecrübeler elde ettiğini kaydeden Doç. Dr. İbrahim Arslan, “Bu, tekrar edilmemelidir. ‘Senin dinin sana, benim dinim bana, devlet hepimize’ anlayışı egemen kılınmalıdır. Bunun adı laikliktir. Bunun tesisinin zor olacağını öngörebiliyorum, ancak barış içinde bir arada yaşamanın başka formülü bulunmamaktadır. Dünya her gün yeniden kurulmaktadır, değişime uyum sağlamak gerekiyor. Gelişmelerin bir mezhebin galibiyeti olarak görülmesi ve bu anlayışın desteklenmesi, bölgede barışı istememektir.” dedi.
“GOLANİ, İSRAİL’E KARŞI BİR TUTUM GELİŞTİRMEMELİDİR”HTŞ’nin lideri Ebu Muhammed Golani’nin geçmişindeki El Kaide bağlantısının, ileride kendisine duyulacak güven için engel olabileceğini ifade eden Arslan şunlara değindi: “Bu engeli aşmada kendisine yardımcı olabilecek ülke, halkı büyük çoğunlukla laikliğin önemini kavramış, demokrasiye inanmış Türkiye’dir. Golani, iç istikrarı sağladıktan sonra, İran’ın yaptığı gibi İsrail’e karşı bir tutum geliştirmemelidir. İsrail, duygusal yaklaşılarak çözülebilecek bir mesele değildir, siyasi bir gerçeklik olduğu kabul edilmelidir.   Filistin halkının hakları, karşılıklı endişeleri anlamaya çalışan bir vizyonla daha güçlü savunulabilir. Aksi halde, güçlenen karşılıklı önyargılar, sorunu içinden çıkılmaz hale getirmektedir.” 
Suriye’deki mevcut durumun, Rusya ve İran’ın başarısızlığı olarak tanımlanabileceğini de ifade eden Doç. Dr. İbrahim Arslan, “Savaş kaynak gerektirir ve Rusya, ABD liderliğindeki Batı’ya karşı Ukrayna’da giriştiği mücadelede yetersiz kalarak, Ukrayna’yı NATO ve AB üyeliği perspektifinden vazgeçirememiştir. Trump’ın iktidara gelmesiyle, muhtemelen ABD, Rusya’nın işgal ettiği Kırım ve Donbas bölgesinin Rusya’ya ait olduğunu kabul edecek; Rusya da Ukrayna’nın NATO üyeliği konusunda sessiz kalacaktır.” ifadesinde bulundu.
YAKIN GELECEKTE DÜNYAYI NELER BEKLİYOR?Şii hilalindeki en önemli unsur olan Suriye’de Nusayrilerin yönetimi kaybettiğini; İran’ın önemli destekçilerinden olan Lübnan’daki Hizbullah ve Gazze’deki HAMAS’ın, aktör olma özelliklerini yitirmek üzere olduğunu kaydeden Doç. Dr. İbrahim Arslan, sözlerini şöyle tamamladı:
“Suriye’de yaşananlar, yakın gelecekte İran’ın iç istikrarının sarsılabileceğine yönelik ipuçları vermektedir. İran’ı zor günlerin beklediğini ifade etmek yanıltıcı olmayacaktır. Bu noktada Türkiye’nin; Suriye’nin güneyinde İsrail ve PYD/YPG yakınlaşmasıyla oluşabilecek olası bir koridora karşı da temkinli olması gerektiği belirtilmelidir. Son olarak, Ukrayna ve Ortadoğu’daki durumun, ABD’nin, Asya Pasifik bölgesinde Çin’e yönelmesine olanak sağladığını vurgulamak isterim. Asya-Pasifik, önümüzdeki süreçte tansiyonun yükseleceği bir bölge olarak uluslararası gündemin ön sıralarında yer alacaktır.”