Merhaba, bugün sizleri Guillermo del Toro’nun eşsiz bir şekilde yönettiği, fantastik ve dramı harmanlayarak kalpten kalbe bir yolculuğa çıkaran “Suyun Sesi” (The Shape of Water) ile tanıştırmak istiyorum. Sinemanın sınırlarını zorlayan, aşkı, sessizliği ve ötekileştirilmiş varlıkları anlatan bu masalsı dünyada keşfe çıkacağız. Hazırsanız, başlayalım.
Suyun Sesi, 1962’de Soğuk Savaş dönemi Amerika’sında Baltimore’da geçen büyülü bir hikaye anlatıyor. Elisa Esposito (Sally Hawkins), konuşma engelli bir temizlik işçisidir. Yalnız, sıradan bir kadındır; işyerindeki laboratuvarda, devletin gizli çalışmalarına katılmayan bir yabancı gibidir. Fakat hayatı, bir gün tesise getirilen amfibiyen bir varlıkla (Doug Jones) tanışmasıyla bambaşka bir hal alır. Yaratık, albay Richard Strickland (Michael Shannon) tarafından tutulmaktadır ve insanlar, onu sadece bir “deney” olarak görür. Ancak Elisa, bu yaratığın içindeki insanlığı fark eder ve ona bir şekilde bağlanmaya başlar. Zamanla, onların arasındaki bağ güçlenir ve bu sıradışı aşk, onları ölümcül bir tehlikenin içine sokar.
Bu masal, aslında insan olmanın ve sevmenin ne anlama geldiğini sorgulayan bir hikayeye dönüşürken, aynı zamanda ses, iletişim ve aidiyet duygularını irdeliyor. Film, bir yandan cesaretin ve özgürlüğün mücadelesini, diğer yandan da toplumsal normların dışındaki insanların kaybolan sesini anlatıyor.
Guillermo del Toro’nun özenle seçtiği oyuncu kadrosu, Suyun Sesi’nin başarısının belki de en büyük sebeplerinden biri. Başrolü üstlenen Sally Hawkins, filmin tam kalbinde yer alan Elisa karakterine hayat veriyor. Hawkins’in sessiz bir karakteri canlandırmadaki müthiş başarısı, onun oyunculuk yeteneğini en yüksek noktada sergiliyor. Onunla birlikte, Michael Shannon, filmdeki baş antagonist olan Strickland rolüyle adeta nefes kesiyor. Shannon, adalet ve güç arayışındaki sert bir askeri karakteri zarif bir şekilde derinleştiriyor.
Guillermo del Toro, Suyun Sesi ile bir kez daha sinemadaki usta yönetmenlik becerilerini ortaya koyuyor. Filmin anlatısı ve görselliği, del Toro’nun dünyaya bakış açısının en saf halini yansıtıyor. Onun fantastik dünyası, tıpkı Pan’ın Labirenti gibi, korku ve masumiyetin birleştiği bir nokta oluşturuyor. Del Toro’nun karakterleri, genellikle dışlanmış, farklı olan kişilerdir ve bu filmde de aynı çizgide ilerliyor. Suyun Sesi’nde, görsellik, atmosferin ve anlatının önünde bir karakter gibi işliyor.
Suyun Sesi, eleştirmenlerden büyük övgüler alırken, bir dizi prestijli ödülün de sahibi oldu. Film, 2017 Venedik Film Festivali’nde Altın Aslan ödülünü kazanarak, dünya çapında büyük bir beğeni topladı. Guillermo del Toro, 2018 Altın Küre Ödülleri’nde “En İyi Yönetmen” ödülünü alırken, Alexandre Desplat da film müziğiyle “En İyi Özgün Müzik” ödülüne layık görüldü. Bu ödüllerin yanında, Sally Hawkins ve Richard Jenkins de performanslarıyla adaylıklar elde etti.
Ayrıca, film Academy Awards’ta En İyi Film, En İyi Yönetmen ve En İyi Özgün Senaryo gibi birçok dalda ödüller kazandı. Tüm bu ödüller, Suyun Sesi’nin sadece görsel anlamda değil, aynı zamanda sinematografik derinlik ve anlatım gücüyle de ne kadar güçlü bir yapım olduğunu gösteriyor.
Suyun Sesi’nin müzikleri, ünlü besteci Alexandre Desplat’dan. Desplat, film için bestelediği orkestral müziklerle, anlatılan masalsı ve dramatik duyguları müzikle pekiştiriyor. Desplat’ın müziği, duygusal anları derinleştirirken, aynı zamanda fantastik bir atmosfer yaratıyor. Özellikle Elisa ve yaratık arasındaki ilişkilerin yoğunlaştığı sahnelerdeki müzik, izleyiciyi adeta bir başka dünyaya götürüyor. Desplat, sadece bir müzik değil, bir atmosfer inşa ediyor.
Suyun Sesi, sadece bir aşk hikayesi değil, aynı zamanda insanlık ve ötekileştirilmiş olmanın, sevgiyi anlamanın ve farklılıkları kabul etmenin öyküsüdür. Guillermo del Toro, fantastik bir evrende, insan ruhunun en derin köşelerini keşfederken, aşkı evrensel bir dil olarak sunuyor. Film, izleyicisine sadece görsel bir şölen sunmakla kalmaz, aynı zamanda derin bir duygusal bağ da kurmayı başarır.
Bugünlük bu kadar, hoşçakalın.