Tasarruf yapalım da…

Yerel yönetimlerin seçimlerinden sonra el değiştiren belediyelerde devir-teslim sonrasında yaşananlara hep birlikte şahit oluyoruz. Şatafat ve gereksiz harcamalar nedeniyle borç batağında olan belediyelerin yeni başkanları her gün nasıl bir belediye aldıklarını açıklıyorlar. Çoğu kez gördüklerimize ve duyduklarımıza inanmakta güçlük çekiyoruz.
Çalışanların maaşlarını ödeyebilmek için kendi kaynaklarını kullanan belediye başkanlarına bile şahit oluyoruz. Birçok başkan, maaşları ödeyebilmek için bankaların kapılarını aşındırıyorlar.
İşte böylesi durumların yaşandığı bir ortamda, Hazine ve Maliye Bakanı Şimşek, bir açıklama yaparak, belediyelerde tasarrufa gidileceğini ve her belediyenin kendi yağı ile kavrulması gerektiğine ve de belediyelere yapılan ödeneklerde kısıtlamaya gidileceğine ilişkin sözleri yeni bir tartışma başlattı.
Büyük bir borç külfeti ile devralınan belediyelerin durumlarının düzeltilmesi için kamu alacaklarının ertelenmesi ve taksitlendirilmesi gerekirken böylesine bir talihsiz açıklamayı nasıl izah edeceklerini büyük bir merakla bekliyoruz.
Büyük bir çoğunluğu CHP’ye geçen belediyeleri ve başkanlarını cezalandırmak isteyen zihniyet şunu idrak edemiyor. Siz böyle bir çaba içine girerseniz, belediyelerden çok o yerde yaşayan vatandaşları cezalandırıyor olacaksınız. Belki başlarda vatandaşlar bunu bir beceriksizlik ve acemilik olarak görecek, ama süreç uzadıkça bilecekler ki, kendilerini asıl cezalandıranların başkaları olduğu gerçeğini görecekler ve bir kez daha sandıkta iradelerini haklıdan yana kullanacaklardır.
Belediyelerin borçlarını yapanları, buna sebep olanları yargılamak yerine, temelde vatandaşları cezalandıran zihniyetin asıl amacı tasarruf değildir. Amaç; tasarruf olsaydı bunun için ilk atılacak adımlar çok farklı olurdu.
Tasarruf için atılacak ilk adım kamu harcamalarının kısıtlanmasından geçiyor. Her yıl mevcutlara eklenen lüks taşıt alımları, ya da şoförleriyle birlikte kiralanan araçlardan tasarruf yapılamaz mı? Kiralanan, onlarca binada faaliyet gösteren kamu kurum ve kuruluşları, bakanlıklara bakmak kimsenin aklına gelmiyor mu?
Geçilmeyen yolun, köprünün, tünelin, uçulmayan havaalanlarının ve de gidilemeyen, hizmet alınamayan hastanelere ödenen bedellerden tasarruf yapmak mümkünken, her yıl daha da büyüyen faturaları küçültmek düşünülemez mi? Bu yatırımlar kaça mal olmuştur, devlet daha ne kadar bu zararları karşılamak zorunda kalacaktır biliniyor mu?
İtibardan tasarruf olmaz gerekçesiyle yapılan onlarca anlamsız harcamaya bir dur demek bu kadar zor mu?
Sayıştay’ın raporları orta yerde duruyor. Denetlenen kurum ve kuruluşlardaki gereksiz harcamalara ilişkin sayfalarca bilgi yer alıyor bu raporlarda. Yapılan ihale yolsuzlukları ve bu nedenle uğranılan büyük kayıplar da yer alıyor bu raporlarda. Bugüne kadar hangi birinin üzerine gidildi ve sonuçlandırıldı.
Vergi afları ile Hazine’nin uğradığı kayıplar. Merkez Bankası başta olmak üzere kamu kurum ve kuruluşlarının yarattığı büyük zararların nedenleri ve sonuçları üzerine neden gidilmiyor?
Yaz yaz bitmez. Bunlar ilk anda aklımıza gelenler.
Yapanın yanına kar kaldığı bir dönemden geçiyoruz. Gereksiz yere harcanan her kör kuruşun ardında saçı bitmemiş yetimlerin hakkı olduğunu unutmayalım. Tasarruf edilmesi gereken bunca iş varken, borca batmış belediyelerin, “kendi yağları ile kavrulmaları” gerektiğini bunu da tasarrufa bağlamanın nasıl bir mantıkla bağdaştırıldığını bir anlayan varsa gelsin bize de anlatsın.
Belediyelerde “lüks ve şatafata dur denilecek” yeni bir anlayıştan söz edildiği bu günlerde sadece “vatandaşları cezalandıracak” böylesi bir uygulama, daha en başında karar alıcalar nezdinde sıkıntılara neden olacaktır. Bir önceki seçimde, belediye meclislerinde çoğunluğa sahip olamadıkları halde, yaptıklarıyla bir sonraki seçimde rakiplerine kimi yerlerde 12, kimi yerlerde 30 puan fark atan belediye başkanlarını unutmayalım.
Vatandaş; artık bir yapılana, bir de yapılmayana bakarak karar veriyor. Şimdiler de karar verirken bir de yapılamayanlara kimlerin neden olduğuna bakıyor, değerlendirmesini de ona göre yapıyor. İletişimin birkaç saniye içinde milyonlara ulaştığı bir çağda yaşıyoruz. İyi haber de kötü haber de birkaç saniye içinde ülkenin bir ucundan diğerine ulaşıyor. Yani, artık gizli saklı hiçbir şey kalmıyor.