Toplumu sarsan sadece depremler değil

Geçen hafta İstanbul’da yaşanan deprem nedeniyle depremle ilgili tartışmalar yeniden alevlendi. Ne yazık ki bu tartışmaların odağı, yaşam alanlarımızın depreme hazırlıklı olup olmadığı değil. Yine ekranlarda ve sosyal medyada, depremin hangi fay üzerinde, hangi şiddet ve büyüklükte olacağı üzerine hararetli ama sonuçsuz tartışmalar izliyoruz. Üstelik bu kez, bilim insanları arasında yaşanan görüş ayrılıkları bile köpürtülerek servis ediliyor. Toplumun dikkatini esas sorunlardan uzaklaştıran bu sis perdesinin bilinçli olarak yaratıldığını düşünüyorum. Evet, birileri tartışmaların bu yüzeyde kalmasını tercih ediyor ve bunda ne yazık ki oldukça da başarılılar.
Depreme hazırlık sadece teknik bir mesele değildir. Aynı zamanda toplumsal bir güven sorunudur. Bizim sormamız gereken esas soru şu: Binalar ne kadar sağlam değil, toplum ne kadar sağlam?
Sosyolojik açıdan güven, bireylerin diğer bireylerle, kurumlarla ya da sistemlerle olan ilişkilerinde, belirli beklentilerin karşılanacağına dair duydukları inançtır. Bu inanç yıkıldığında, sadece bireyler değil, toplumun bütün yapısı çözülmeye başlar.
Bugün Türkiye’de insanlar depreme değil, deprem sonrası neyle karşılaşacaklarına dair korkular taşıyor. (Marmara ve Kahramanmaraş depremlerinde görev yapmış bir foto muhabiri olarak İstanbul depreminde bbu korkuların hayal edilenin de üzerinde gerçekleşebileceği endişemi yeri gelmişken belirtmek istiyorum.)  Çünkü kurumlara, yönetimlere, adalete, medyaya, müteahhite ya da mühendise olan güven ciddi şekilde aşınmış durumda. Aslında depreme karşı değil, güvensizliğe karşı savunmasızız.
Güven, sosyologlar için sadece bireylerin iyi niyetine dair bir his değil, aynı zamanda toplumun sürekliliğini sağlayan yapısal bir öğedir. Bireyler birbirlerini her zaman tanımazlar. Ama kurallara, normlara ve ortak değerlere duyulan güven sayesinde bir düzen oluşur. Kimse her seferinde karşısındakinin güvenilirliğini test edemez. Devlet kurumları, sağlık yapısı, hukuk, medya… düzgün işlediğinde, toplumda bir istikrar duygusu oluşur. Güven, bu yükü hafifletir.
İstanbul’daki olası büyük deprem senaryolarında bile artık insanlar “hangi bina ayakta kalır?”dan çok “acil yardım gelir mi?”, “hastaneye ulaşabilir miyim?”, “haber alabilir miyim?” gibi sorularla boğuşuyor. Çünkü sistemin kriz anında işleyeceğine dair inanç zayıflamış durumda. Bu tam anlamıyla bir güven erozyonudur.
Bilim insanlarının farklı görüşler dile getirmesi doğaldır ancak medyada bu görüş ayrılıklarının bilimsel temelden koparılarak kısır çekişmelere indirgenmesi, esas soruları gözden kaçırıyor. Deprem ne zaman olacak, kaç büyüklüğünde olacak soruları kamuoyunu oyalayan, sorumluluklardan kaçınmayı kolaylaştıran birer perdeye dönüşüyor.
Çünkü bir toplumda güven inşa etmek zordur. Şeffaflık, liyakat, hesap verebilirlik gerektirir. Bu nedenle bazı aktörler için tartışmaların bilimsel altyapıdan uzak ve yüzeyde kalması daha konforludur. Toplum olarak bu tuzağa düşmemeliyiz.
Türkiye’de güven, çoğu zaman kişisel ilişkilere indirgenmiştir. Aileye, eşe dosta güven yüksek olsa da yabancılara ya da kurumsal yapılara duyulan güven çok daha zayıftır. Bu durum “biz bize yeteriz” duygusunu pekiştirirken, kurumsal düzeyde planlı işleyişin önemini göz ardı eder.
Oysa bir deprem sonrası organize kurtarma çalışmaları, hızlı sağlık müdahaleleri, güvenilir bilgi akışı, ancak kurumlara duyulan güvenle mümkündür. Yani, sadece bireylerin değil, sistemin güven vermesi gerekir.
Sadece binaları değil, toplumu da sağlamlaştırmalıyız. Bu da güvenle başlar. Bilime güven, kuruma güven, toplumsal sorumluluğa güven… Eğer bir deprem anında insanlar evlerinden kaçıp devlet kurumlarına değil, kaderine sığınıyorsa; bu sadece inşaat mühendisliğinin iflası değildir.
Güveni yeniden inşa etmek kolay değil ama imkânsız da değil. Bunun ilk adımı, dikkat dağıtan tartışmaların arkasındaki yapısal sorunları görmekten geçiyor. Ve belki de en önemlisi, birilerinin tartışmaların yüzeyde kalmasını istemesini değil, bizim gerçek sorunların derinine inmeyi tercih etmemizi gerektiriyor. Toplumu bir arada tutan şey sadece kanunlar değil, bu sessiz ama güçlü bağdır.