Bir ülkenin coğrafyası sadece haritadan ibaret değildir. Ormanları, dağları, nehirleri ve kıyılarıyla birlikte bir hafızası, bir kimliği vardır. Türkiye ise bu hafızayı her yaz yeniden yitiriyor. Her yıl yanan binlerce hektarlık ormanlık alan sadece doğa kaybı değil, aynı zamanda kolektif bir geleceğin sistematik biçimde tahribidir. Sadece şu son iki günde 150’ye yakın yangın çıktı; onlarca köy boşaltıldı, binlerce canlı yok oldu. Bazısı “kontrol altına alındı” haberiyle sona ermiş gibi gösteriliyor; oysa gereken önlemler alınmadığı sürece bu yaz da yaşayacağımız felaketler ne ilk ne de son olacak… Başa geleceği artık ezberledik!
Türkiye’de orman yangınları, meteorolojik olaylar veya iklim değişikliği sebepli olsun olmasın, aynı zamanda ülkedeki yapısal sorunların bir yansıması olarak da vuku buluyor. Sıcak hava dalgaları, kuraklık ve rüzgâr elbette etkili; ama temel mesele organizasyon ve siyasi öncelikler. Orman yangınlarına müdahale, bir devlet refleksiyle değil, bir mecburiyet haliyle yürütülüyor. Müdahale var, ama geç. Uçak var, ama yetersiz. Yangın söndürme helikopterlerimiz bir İHA, SİHA kadar bereketli olmasa da var gibi (!) ama koordinasyon zayıf. En önemlisi, yangın çıkmadan önce alınması gereken önlemler sistematik olarak ihmal ediliyor.
Neden? Çünkü bu ülkede orman korunması gereken bir kamusal değer değil, Çünkü gerektiğinde feda edilebilecek bir kaynak, bir “arsa”, “yatırım arazisi” olarak görülüyor. Bazen enerji nakil hatları için, bazen turizm yatırımı, bazen maden ruhsatı için “dönüştürülebilecek” bir arazi. Oysa ormanlar bir ülkenin akciğeri değil sadece; yağmurun kaynağı, su döngüsünün merkezi, toprağın bekçisi, tüm canlı yaşamının evidir. Bu gerçeği yalnızca TEMA gibi çevreci sivil vakıf ve kuruluşların sosyal medya paylaşımlarına sıkıştırmak ise, devleti ve kamuoyunu sorumluluktan azade kılmaz.
Türkiye, savunma sanayi konusunda gösterdiği siyasi kararlılığın binde birini orman yangınlarına hazırlık konusunda göstermiyor. En küçük askeri projeye ve beynelmilel anlaşmalara sınırsız bütçe ayrılırken, orman yangınlarında her yıl aynı kiralık uçak krizleri yaşanıyor. Kamusal güvenlik, yalnızca sınırlarda değil, ülkenin doğası ve habitatını korumakla da ölçülür. O ciğerlerimiz her yaz duman içinde. Artık hemen her gün, futbol sahası büyüklüğüne referansla (!) (ölçüte bak!) nitelelen yüzlerce hektar ormanlık alan yanıyor; ertesi gün unutuluyor. Peki, izlediğiniz haber kanallarında ve medyada klişe tabirlerle soyut ifadelerde kalan bu yangın gerçeğiyle nelerin yitip gittiği üzerine kafa yoruyor musunuz vatandaş olarak, etraflıca düşünüp? Hiç sanmıyorum. Biraz kafa yoranın ve bilinçli insanların susup sindirebileceği türden bir felaket değil çünkü bu. Bütün geleceğimiz kül-duman!
Yangınlar çıktığında konuşan devlet görevlileri ise, sorumluluk almak yerine istatistiklerle savunma yapıyor. Kaç saat içinde müdahale edildi, kaç sorti yapıldı, he… Peki neden bu kadar çok yangın çıkıyor? Neden orman içi yollar hala yetersiz? Neden erken uyarı sistemleri entegre değil? Neden caydırıcı cezalar uygulanmıyor? Bu sorular yanıtlanmadıkça, her istatistik bir özrü makyajlamaktan öteye gitmiyor.
Sonuç olarak, Türkiye her yaz bir sınav veriyor; ancak bu sınavdan aldığı eksisi bol sonuçlar değişmiyor. Doğasına, kaynaklarına sahip çıkmayan, milli sermayesini korumayan bir ülke, inanın hiç kimseyi koruyamaz. Bu bir zihniyet meselesidir. Yaşama ve yaşatmaya ne kadar değer verildiği, nasıl saygı gösterildiği meselesidir temelde. O yüzden sadece ormanlarımızla değil, biz en baştan yanmışız…
