Futbol, her zaman büyük anların ve küçük farkların oyunu oldu. Münih’te oynanan UEFA Uluslar Ligi finali de bunun en güncel örneklerinden biriydi. Portekiz ve İspanya, sadece bir kupa için değil, Avrupa futbolundaki güç dengesinin prestiji için de kozlarını paylaştı. 120 dakikalık yüksek tansiyon, yetenek ve taktik savaşı, penaltı atışlarıyla noktalandı ve kazanan yine Portekiz oldu.
Maçın başında İspanya, klasik pas oyununu sahaya yansıtarak topa daha çok sahip olan taraftı. Zubimendi’nin 22. dakikadaki golü, bu oyun üstünlüğünün bir yansımasıydı. Ancak Portekiz’in buna cevabı gecikmedi; 26. dakikada Mendes skoru dengeledi. İlk yarının sonunda Oyarzabal’ın golüyle İspanya bir kez daha öne geçse de bu maçı sadece ilk 45 dakikayla yorumlamak mümkün değil. Çünkü ikinci yarının 61. dakikasında, sahneye yine o isim çıktı: Cristiano Ronaldo.
Ronaldo, kariyerinin son dönemlerinde olsa da hâlâ Portekiz futbolunun ruhunu temsil ediyor. O golle sadece tabelayı eşitlemedi; takımına moral, taraftarına umut ve rakibine korku verdi. Kalan sürede iki takım da kontrollü oynasa da, iki teknik adam da riski tercih etmedi ve maç uzatmalara taşındı.
Uzatmalar, temposuz ama gergin geçti. O anlarda artık herkes, bu finalin bir penaltı düellosuyla sonuçlanacağını hissetmişti. Ve öyle de oldu.
Penaltı atışları her zaman bir kumardır derler, ama aslında bu kumar da soğukkanlıların kazandığı bir alandır. Portekiz, bu alanda bir kez daha ne kadar hazır ve dirençli olduğunu gösterdi. 5-3’lük penaltı üstünlüğü, sadece kalecinin refleksleri ya da şutörün becerisi değil; aynı zamanda takımın mental gücünün de bir göstergesiydi.
Bu sonuçla birlikte Portekiz, 2019’daki ilk Uluslar Ligi zaferinin ardından bu kupayı ikinci kez müzesine götürmeyi başardı. İspanya gibi büyük bir rakibi eleyerek elde edilen bu başarı, Fernando Santos sonrası dönemde de Portekiz’in ayakta kaldığını ve yeni jenerasyonla birlikte hâlâ zirveyi hedeflediğini kanıtladı.
Peki, bu turnuvadan geriye ne kaldı? İspanya’nın büyük turnuvalarda yakasını bırakmayan final laneti mi? Yaşına rağmen sahneye çıkmayı sürdüren bir futbol efsanesi olarak Ronaldo’nun etkileyiciliği mi? Yoksa Portekiz’in artık sadece bir “altın jenerasyon” hikâyesiyle değil, kurumsallaşan bir futbol aklıyla ayakta kaldığını ispatlaması mı?
Bence bu final, Avrupa futbolunun hâlâ sadece sistemlerle, pas yüzdeleriyle, veri analizleriyle değil; aynı zamanda karakterle, liderlikle ve tutkuyla kazanıldığını bir kez daha hatırlattı. Sahadaki hesap kitapların ötesinde, kazanan genellikle en çok isteyen, en çok inanan ve o formaya en çok ruhunu katan oluyor. Bu kez o mücadeleyi yüreğiyle veren taraf Portekiz’di. Ve o yürek, onları bir kez daha zirveye taşıdı.
