Günümüzde birçok insan yakın ilişkilerde yaşadığı sorunların nedenini kişisel yetersizliklerde ya da partnerinin davranışlarında arıyor. Oysa çoğu zaman mesele, çok daha derin bir yere, çocukluk dönemindeki bağlanma deneyimlerine uzanıyor. Kaçıngan bağlanma stili de bunlardan biri. Bu stil, kişinin duygusal yakınlıktan kaçınması, bağımsızlığı abartılı bir şekilde önemsemesi ve çoğu zaman kendi duygularıyla bile temas kurmaktan uzak durmasıyla karakterize edilir.
Kaçıngan bağlanan bireyler için “yakınlık” tehdit gibi algılanabilir. İlişkilerde mesafe koymak, duygularını paylaşmamak ve karşısındakinin ihtiyaçlarını görmezden gelmek bir savunma mekanizmasıdır. Çocuklukta duygusal ihtiyaçları karşılanmayan, duyguları küçümsenen ya da reddedilen bireyler, büyüdüklerinde bu duygularla başa çıkmak için onları bastırmayı öğrenir. “Güçlü olmalıyım, kimseye ihtiyaç duymamalıyım” inancı yerleşir. Ne var ki bu mesafe, zamanla yalnızlık getirir. Sevilmeye ve anlaşılmaya duyulan özlem, yüzeye çıkmasa da içten içe bireyi tüketir.
Partneri daha fazla yakınlaşmak istediğinde ise bu bir tehdit gibi algılanır; çünkü duygusal yakınlık, çocuklukta acı veren bir deneyimle eşleşmiştir. Kaçıngan birey, “bana güvenilmez, kimse gerçekten yanımda kalmaz” düşüncesiyle, daha ilişki başlamadan içten içe geri çekilir. Yakınlık arttıkça soğukluk başlar, çünkü duyguların alanına girmek onun için tehlike çanlarının çalması gibidir. Oysa ki her insan gibi, kaçıngan bağlanan bireylerin de bağ kurmaya ihtiyacı vardır. Bu ihtiyacı kabul etmek, bir zayıflık değil, insani bir gerçekliktir.
Kaçmak, bastırmak, görmezden gelmek bir yere kadar işe yarar; ama sonunda ilişkilerde hep aynı döngü başa sarar: mesafe, yanlış anlaşılmalar ve kopuş. Belki de en başa dönüp şu soruyu sormak gerekir: Yakınlık neden beni bu kadar korkutuyor? Ve bu sorunun cevabı, yalnızca bugünkü ilişkilerde değil, geçmişte kalan ama hala içimizde yaşayan bağlanma hikayelerinde gizli olabilir.
