Yalnızlık

Yazımı hazırlamak için, klavyemin başına geçtim. Çok karmaşık duygular içindeyim. Gözümün önünden yıllar hızla akıp gidiyor. Ebeveynlerimin konuşmaları davranışları gözlerimin önünde.
Çocukluğumun gençliğimin tatillerin bayramların tatlarını bulmak artık mümkün değil.
Türkiye o günkü Türkiye değil, bende o eski ben değilim. 
Çocuklarına bakarken dünyanın bütün parıltılarını gözlerinde gördüğüm babam yok artık.
Oğlum derken hançeresinin bütün kıvrımlarından aşkını, sevgisini bizlere intikal ettiren anam da yok. 
Onlar bizi bu dünyada kendimizle baş başa bırakarak Allah’a kavuştular, uçmağa vardılar.
Tatillerden yararlanarak ailesiyle hasret gidermek için gelen de yok artık. Çok şükür hayattalar ama gelmiyorlar/gelemiyorlar eskisi gibi.
Neden acaba? 
Bu soru zihnimi kurcalıyor. Cevabını biliyorum, çağın hastalığı olduğu için yapacak bir şey yok deyip unutuyorum.  
Hayat şartlarından kaynaklanıyor bir kısmı. 
Aile bağlarının zayıflatılması planının başarılı olması da önemli bir sebep.
Sizi bilmiyorum ama tatiller, bayramlar yalnız. Şekerler, tatlılar, börekler yalnız. 
İşin çok acı tarafı insanlar yalnız. Etrafım çok kalabalık olmasına rağmen yalnızım. 
“Bir ayrılık şarkısı çalar sazım/ben yalnızım, ben yalnızım yalnızım” diyor ya şarkıda, insanlar 21. Yüzyılda, nüfus 50 milyondan 85 milyona geldiği halde yalnız.
 Çokluk içinde yalnızız, varlık içinde yalnızız.
O sevimli bakkal dükkânlarının karşısında koca koca süper/hipermarketler açıldığı halde insanlar yalnız. Sadece insanlar değil içi insan kaynayan hipermarketler de yalnız.
Her şehirde bir tane olabilen, içinde ayakkabı da satılan Sümerbank mağazalarının karşısına her yerde büyük ayakkabı mağazaları açıldı. Aslında konuşmuyorlar sır gibi saklıyorlar ama inanıyorum ki bu büyük ayakkabı mağazaları da yalnız.
Dünlerde bir yerden bir yere giderken gürültüden kulaklarımız kapanır ağzımıza burnumuza toz dolardı. O eski arabalarda koku ve tat alma duyularımız benzin içmiş gibi olurdu. Şimdi onların yerine ikame olan vasıtalar hiç rahatsız etmediği halde insanlar rahatsız. Sadece insanlar değil çağın gelişmiş makineleri de rahatsız.
Dün günlerce, saatlerce yol gideceği trene pür telaş adeta birbirlerini iteleyerek binerlerdi. Trenlerin sayısı azdı, vakitleri belirli idi. Ama hep umuda, sevdaya, hasretliğe, kavuşmaya yol aldığı için, insanlar bezgin değildi, yorgun değildi, yalnız değildi. Bugün, hızlı trenler devreye girdi, günleri saatlere düşürdü. İnsanlar kısa bir zaman dilimi içinde istedikleri yere varacaklarını bile bile yorgun, bezgin ve yalnız.
Yalnızlık otobüste giden gencin ruhunda, yalnızlık uçağa binen insanın beyninde, yalnızlık trenden faydalanan ihtiyarın yüreğinde. 
Yalnızlık yüreklerde, yalnızlık beyinde, yalnızlık ruhlarda.
“Tatmadığım zevk kalmadı dünyada/ hangi kalbe girdimse kaldı izim/ taşa geçer kendime geçmez sözüm/ ben yalnızım, ben yalnızım yalnızım.”
Yalnızız, milletim yalnız. Kafası karışık. Kendinin ve vatanının üzerinde bir şeyler döndüğünün farkında ama öyle gizli kapaklı yapıyorlar ki anlamasına fırsat verilmiyor. Kirli enformasyonlarla düşünmelerinin önüne set çekiliyor. Veya anlatmakla zorunlu olanlar anlatma öğretme becerisini, başarısını gösteremiyorlar. 
Yalnızız…
Sonuç “kalabalık yalnızlık” olarak haklı çıkmamış mı?