Bir ömür dediğin, geçmiş hayatların özetidir. Geçip giden yıllar, arkada kalan hüzünler, mutluluklardır. Akan gözyaşlarıdır, hasrettir, sevgidir, özlemdir.
Kimi zaman sahnelerde delicesine, alkışlanan bir sanatçı, kimi zaman kendini bu ülkeye adamış bir çiftçidir, siyasetçi veya gazetecidir.
Ya da Cahit Sıtkı Tarancı’nın “Yıllar yılı dost bildiğim aynalar” adlı şiirinde olduğu gibidir.
‘Gözyaşı da mı yaşlanır kırışmış yüzlerde.
Günler Günleri kovalarken, zamanda ilerliyor.
Dün daha çocuk iken, bugün anne- baba oluyor.
Dertler kederler sırtına bindikçe de biniyor.
Akrep yelkovan dönerken, insanda yaşlanıyor.
Eski gülücükler nerede, suratlar somurtuyor.
Aynalar düşman artık, bizi genç göstermiyor.
Yaşlandık mı gerçekten yoksa aynalar mı yalan söylüyor.
Yılları horca kullanırken, günler değerleniyor.
Torunu kucağına alınca, birde nine-dede oluyor.
Bunca tedirginlik neden, ölümü yaklaşıyor”
*
Ya da; Erol Breda’nın şiirinde olduğu gibi…
Yaşamak değil, beni bu telaş öldürecek
O telaşla, bırakın Paris yolunda ılık
Rüzgârlara taratmayız saçlarımızı
Sevdiğimizle doyasıyla bir sohbet bile edemedik biz.
Gözümüz saatte söyleştik hep,
Konuşur gibi seviştik, yarışır gibi çalıştık.
Hep yetişilecek bir yerler vardı
Aranacak adamlar, yapacak işler…
Bir sonraki günün telaşı, bir öncekinin tersine bulaştı
Başkalarının hayatı, bizimkini aştı
Kör karanlıkta çalar saat sesi yerine:
Kuşluk vakti kızarmış ekmek kokusu
Veya yavuklu busesiyle uyanma düşlerini
Ha babam erteledik.
20’li yaşlarda iken 30’lara kurduk saatin alarmını,
30’larımızda 40’lara belki sonra 50’lere
Lakin öyle yanlış kurgulanmış ki hayat
Kuşlukta uyanma fırsatını sunduğunda size,
Artık uyku giremez oluyor gözlerinize.
Doyasıya söyleşmek,
Telaşsız sevmek için bol zamana kavuştuğunuzda
Söyleşecek, sevecek kimsecikler kalmıyor
Yanınızda…
Özenle yarına sakladığınız bir sarı lira gibi ömrünüz
Vakti gelip sandıktan çıkardığınızda,
Bir de bakıyorsunuz ki,
Tedavülden kalkmış..
Mutlu Yıllar…