Hamas’ın İsrail’e yönelik 7 Ekim’de başlattığı saldırının ardından İsrail operasyonları sürerken yaşanan çatışmaların bölge ve küresel etkileri şimdiden tartışılmaya başladı. ATA Partisi Uluslararası İlişkilerden Sorumlu Genel Başkan Yardımcısı Ferruh Sezgin, Türkiye’nin yaşanan bu süreçte ve bu süreçten sonrasında alması gereken stratejik tedbirleri rapor haline getirdi.
Hamas’ın 7 Ekim günü İsrail hedeflerine karşı başlattığı saldırının arka planı henüz aydınlanmadığın dikkat çekilen raporda, “ Saldırıda kullanılan ana askeri unsur Hamas’ın silahlı kanadı İzzeddin El Kassam Tugayları olmakla birlikte, bazı farklı Filistin direniş grupları da Hamas bünyesinde faaliyet gösterdiğinden, Hamas’ın bu heterojen yapısı, saldırının İsrail tarafından ve İsrail’in yayılma politikaları lehine yönlendirildiği iddialarına güç kazandırmaktadır. Hamas’ın son 1-1,5 yıllık dönemde yapmış olduğu askeri hazırlıkların İsrail istihbaratınca bilindiğine ilişkin bilgiler de bu yoldaki şüpheleri doğrulamaktadır. Zaman geçtikçe dünya kamuoyuna ulaşacak yeni bilgiler 7 Ekim’in arka planını herhalde netleştirecektir. Ancak, bugünkü genel kanaat, ABD ve İsrail’in ortak “gelecek planlamaları” doğrultusunda düğmeye basılmış olduğudur. Ve, dünya kamuoyuna artık yerleşmiş olan bu genel kanaat değişeceğe de benzememektedir” ifadelerine yer verildi.
Raporda alınması gereken tedbirler ile şu şekilde sıralandı:
BÖLGEDEKİ TÜRK İZLERİ ARAŞTIRILMALIFilistin’in etnik yapısının ve günümüzde bu yapı içinde Türk izlerinin kalmış olup olmadığının araştırılmasına ilgili Türk devlet kurumları tarafından gecikmeksizin başlanmalıdır. Bulunacak izler uyandırılmalı ve Türk menfaatleri için organize edilmelidir. Bunun için; dil, tarih, sosyoloji, istihbarat, vb. alanlardaki uzmanlardan oluşacak bir görev grubunun bölge ülkelerinin birindeki T.C. temsilciliğinde görev yapması gerekecektir. Bu gibi bir çalışmada “geç kalınmış” olsa bile, böyle bir başlangıç, “bu tür devlet görevlerinin de var olduğunu kabul etme” yolunda atılmış ilk ve ciddi bir adım olacaktır.
TÜRK DİPLOMASİSİS MAVİ VATAN GERÇEĞİNİ GÖRMELİ
Türkiye’nin karasuları, kıta sahanlığı ve Mavi Vatan’ı üzerindeki egemenliği ve bunların coğrafi konumları ölçü alınırsa, Doğu Akdeniz doğalgazının Avrupa’ya ulaştırılmasında “Türkiye üzerinden taşınma” dışında başka bir uygun seçeneğin bulunmadığı görülür. Türk diplomasisi bu gerçeği doğru değerlendirerek azami ekonomik ve siyasi çıkar sağlamayı bilmelidir.
SURİYE’DE YAŞANAN MÜLTECİ SÜRECİNDE YAŞANANLAR UNUTULMAMALITürkiye’nin Gazze’den gelen hasta ve yaralıları “tedavi için” örtüsü altında kabul etmesi, toplamının 750.000 kadar olacağı rivayet olunan Filistinlilerin ülkemize tahliyesinin -ve ardından “yerleşmeci” konumuna geçmelerinin- Türk kamuoyu tarafından kabullenilmesini kolaylaştıracak bir atlama taşı olarak kullanılabilir. Suriye’den gelen/getirilen mülteciler için de aynı yolla “alıştırma” yapılmış olduğunu unutmayalım. Bugünkü AKP Yönetimi böyle bir operasyonun başlatılmasına teşne olabilir, o yüzden asıl dikkat göstermesi gerekenler kamuoyu ve onu yönlendirecek muhalefet kurumlarıdır.
EKONOMİK YAPI MÜLTECİ KALDIRMAZGazze’deki Filistinlilerin başka coğrafyalara tahliyesi bir uluslararası operasyon olarak başlatılırsa, Türkiye’deki 13 milyonu aştığı iddia edilen “yerleştirilenler”in üzerine yaklaşık 1 milyon kadar Filistinlinin daha eklenmesini milli yapı, bünye, kültür ve ekonomi kaldıramaz. “Göçler marifetiyle ulus devletlerin toplum yapılarının bozulması ve bu yolla şehir devletlerine/ekonomik bölgelere geçişin kolaylaştırılması” adıyla tanınan uluslar üstü projeye direnmeyi Türkiye Cumhuriyeti Yönetimleri bilmelidir. Aksi durumda, toplum patlama noktasına geldiğinde, mevcut yönetime karşı direnme ve sokak hareketleri başlar. Sonrası ise tahmin edilemez.
İKİ EYALET FORMÜLÜ GİZLİ TUZAKGazze’deki Filistinlilerin başka coğrafyalara tahliyesi operasyonu başlatılamaz (veya başarısız kalır) ise yeni çözüm modeli olarak “Ortak vatan: İki eyalet” formülünün uluslararası gündeme getirilmesini Türkiye, kendisine karşı kurulmuş “gizli bir tuzak” olarak görmeli ve reddetmelidir. Zira, bu formüle bugün karşı çık(a)mayan Türkiye, Kıbrıs sorununun çözümünde “İki ayrı devlet” modelini yarın savunamaz. Savunmaya her kalkıştığında, Filistin için kabul ettiği model karşısına getirilir.
DAVUTYOLU ENGELLENMELİÖnceki yıllarda (belki) Irak’ta yapıldığı gibi, Suriye’de Fırat doğusundaki Arap aşiretleri içinde Türkiye’ye müzahir (Türkiye taraflısı) olanlar mutlaka aranmalı, bulunmalı, organize edilmeli ve PKK/PYD’ye karşı kullanılmalıdır. Temelinin Suriye’de atılacağı görünen Kürt devletini Akdeniz’e çıkaracak olan “Davut Koridoru” adı verilen ulaşım koridorunu engellemenin bugün için görünen yöntemi budur. Türkiye taraflısı Arap aşiretlerinin ve/veya Arap ailelerinin bulunmasında 2. İmparatorluk dönemi (Osmanlı hanedanı dönemi) devlet arşivlerini taramak yeterli olacaktır. Şanlıurfa-Gaziantep-Kilis illerinin sınır ilçelerinde görev yapan ve Arap aşiretleriyle PKK/PYD arasındaki halihazır çatışmaları yakından takip eden devlet görevlileri Arap aşiretlerinin yabana atılmayacak güçleri olduğunu ve ciddi destek verildiğinde Kürt devleti projesini akamete uğratabileceklerini ifade etmektedir. Kendilerine danışılan muvazzaf-emekli askerler de aynı kanaattedir.
KANLLAR-YOLLAR KULLANIMI KONUSUNDA İKNA DİPLOMAMSİSİBen Gurion Kanalı’nın inşası tamamlanır ve uluslararası deniz trafiğine açılırsa, Süveyş Kanalı da farklı yöntemler kullanılarak devre dışı bırakılacağından, İsrail Çin’in “Bir Kuşak Bir Yol” projesinin deniz ulaşım yolunu denetimi altına almış olur. Bu avantajın ötesinde, G20 ülkelerinin Çin projesine alternatif olarak gündeme getirdiği “Hindistan-Orta Doğu-Avrupa Ekonomik Koridoru”nun (Baharat Yolu’nun) Akdeniz çıkışını da yine denetimi altına almış olur. Bu gelişme, Basra Körfezi (Fav Limanı)-Türkiye-Avrupa-Londra ekseninde uzanacak “Kalkınma Yolu” projesinin başlangıcı olan Basra-Türkiye ayağını devreden çıkarır. Sonuçta, Türkiye, toprakları üzerinden geçecek ticaret trafiğinden elde edeceği gelirden mahrum kalmış olur. Türk diplomasisinden beklenen, “Hindistan-Orta Doğu-Avrupa Ekonomik Koridoru”na (“Baharat Yolu”na) karar veren G20 ülkelerini “Basra-Ovaköy güzergahı”nın kullanılması için ikna etme marifetini gösterebilmesidir.
ABD’NİN VARLIĞININ YARARI VE ZARARI HESAPLANMALI Hamas-İsrail çatışması genişler, İran’a karşı bir ABD-İsrail-İngiltere operasyonu başlar ve İran’ın enerji kaynaklarına el konulabilirse, Amerikan politikası dünya üzerinde “enerji tekeli” kurmada çok büyük mesafe almış olacaktır. ABD’nin bu derece güçlenmesinin Türkiye’ye getireceklerinin ve götüreceklerinin doğru analizinin Türk diplomasisi tarafından yapılmakta olduğu umulur. Türkiye’nin, bu çerçevede, yukarıda 7. maddedeki “Azerbaycan’daki İsrail askeri varlığı” bölümünde ayrıntılarıyla açıklandığı gibi, Azerbaycan’da İsrail tarafından kullanılmakta olan Sitalçay Hava Üssü’ndeki “olağandışı hareketlilikleri” takip altına alması ve İran’a karşı başlatılacak bir operasyonun zamanlamasını önceden ve doğru tahmin etmesi, kendi güvenliği açısından şarttır.
SÖZDE KÜRT DEVLETİNİN ÖNÜ AÇILMAMALI”Gazze’den tahliye edilecek Filistinlilerin bir bölümünün Türkiye’ye yerleştirilmesi”, “Davut Koridoru’nun tesisi ve (sözde) Kürt devletinin önünün açılması” ve “Filistin için ‘Ortak vatan: İki Eyalet’ formülünün dünya gündemine getirilmesi” projeleri şimdilik kaydıyla kapalı tutulmakta, dikkatlerden kaçırılmaya çalışılmakta, dünya kamuoyunun gündeminden süratle geçirildikten sonra beklemeye alınmakta, böylelikle başta bu projelerden zarar görecek ülkelerin halkları olmak üzere dünya ülkelerinin halkları bunlara alıştırılmaktadır. Söz konusu üç proje, “zamanları geldiğinde” dünya kamuoyuna tekrar servis edilecek ve ilgili ülkelerin halkları önceden “alıştırılmış” olduğundan fazla tepki olmadan kabullenilecektir. Türkiye, projelerin her üçünden de zarar görecek tek ülkedir. Türk diplomasisinin bunların zararlarını yok edecek, en azından asgariye indirecek, ön hazırlığının var olduğu da umulur.”