ALMAN MUCİZESİ
II. Dünya Harbi’nden sonra Alman ekonomisi karmakarışık bir durumda idi. Bütün ülkede var olan konutların % 20’si yıkılmış, yok olmuştu. 1947 yılında gıda maddesi üretimi 1938 düzeyinin %51’i kadardı. Müttefikler tarafından kişi başına 1,040 ile 1,550 kalori arasında değişen gıda kotası bile karşılanamıyordu. Sanayi üretimi 1938’in yalnız 1/3 ü kadardı. Almanya’nın çalışabilir nitelikteki insan gücünün büyük miktarı harpte yok olmuştu. Ölmüştü. Çalışamaz halde yaralanmıştı. Esir düşmüştü. Kaybolmuştu. Ekonominin gerektirdiği üretimi yapabilmek için lazım olan insan gücü tam olarak karşılanabilecek durumda değildi. Ülkede açlık, barınma, yakıt, sağlık, eğitim ve ulaşım sorunları vardı. 1945’lerde, bazı gözlemcilere göre, Batı Almanya, ABD’nin – Welfare State- Sosyal Refah Devleti’nin en büyük müşterisi olmak zorundaydı. Fakat bunun tam aksi oldu. Batı Almanya 20 yıl sonra, 1965’de dünyanın hayran kaldığı bir ekonomiye sahip oldu. Herkes Alman mucizesinden söz ediyordu. Almanya’nın böyle bir mucizeyi yaratabilmesi nasıl mümkün oldu ? Sorusunu, 21.11 .1950, Kanada doğumlu Amerikalı iktisat profesörü David R. Henderson , üç ana etkene bağlayarak yanıtlıyor. (David R. Henderson; German Eonomic Miracle, http//www.ecolib.org/library/enc/ German Economic Miracle html.7.12.2023)Bu üç etken para reformu, fiat kontrollarının kaldırılması ve vergi oranlarının düşürülmesi idi. 1948 yılına gelindiğinde Alman halkı, 1936’dan beri 12 yıldır, fiat kontrollarıyla yaşıyordu. Bunun 9 yılı da kota ve karne sistemi altında geçmişti. Nazi döneminde fiat kontrollerinin uygulanmasının en belirgin amacı Nazi rejiminin ucuz askeri ham madde satın alabilmesini sağlamaktı. Hitler 1936’da dört yıllık ekonomi planının başına Luftwaffe Komutanı , sağ kolu Göring’i getirmişti. Göring 1939 ‘da kota ve karne sistemini uygulamaya başlamıştı. Her zaman harp sırasında olduğu gibi, Roosevelt ve Churchill de fiat kontrollarını devreye sokmuştu. Nazi rejimi fiat kontrollarını dinlemeyenleri ağır şekilde, ölümle cezalandırdı. 1 Kasım 1945’de, ABD, İngiltere, Fransa ve Sovyetler Birliği’nin müşterek yönetim organı, Allied Control Authority Hitler ve Göring’in politikalarını uygulamayı devam ettirdi. Fiat kontrolları, karne ve kota sistemleri ve ağır vergiler yürürlükte kaldı.Müttefik işgal kuvvetlerinin her birinin kendi kontrolü altında ayrı bir bölgesi bulunuyordu. Amerikan bölgesinde 1948 yılında “cost of living index’’i, kontrol altındaki fiyatlar nedeniyle, 1938 index’ine göre sadece %31 artmıştı. 1947’de Vadeli hesaplardaki ve emisyondaki para toplamı ise 1936’a göre 5 misli artmıştı.Para artışının çok fazla, fiyat artışının çok az olduğu bu ortamda doğal olarak mal kıtlığı oluşacaktı. Oluşmuştu da (Henderson, 2)Daha sonraki yıllarda Federal Reserve Governer’i olan Yale Üniversitesi ekonomi profesörü Henry Wallich, 1955 yılında yayınladığı ‘’Mainsprings of the German Revival’’ isimli kitabının 65.sahifesinde bir çok kimsenin, hafta sonlarında , tamire muhtaç tren vagonlarına dolarak şehirlerden köylere gittiğini, bombardımanlardan geriye ne kaldıysa yanlarında götürerek karşılığında bir iki hafta yetecek patates ve un gibi yiyeceklerle döndüğünü yazıyordu. Köy ve şehir kıyılarında kendilerine tahsis edilen 500m2 büyüklüğünde , çoğu kez ondan daha küçük yerlerde halk kendi sebzesini yetiştirmeye çalışıyordu. Mal takası alışverişte geçerli yöntem olmuştu. Firmalar takas edecekleri kendi ürünlerinin ve karşılığında alacakları ürünlerin değerini saptamak için ‘’’compensator’’ çalıştırıyorlardı. Amerikan ve İngiliz ikili bölgesinde ticari işlemlerin 1/3 ile1/2 arasındaki miktarı mal takası şeklinde oluyordu. Alman iktisatçısı Walter Euken’e göre çok gelişmiş bir iş bölümüne sahip ekonomiler ile takas sisteminin uzlaşması mümkün değildi. Nitekim sanayi üretimi, 1948 Martı’nda 1936 düzeyinin %51’ine düşmüştü.Almanya’nın Freiburg Üniversitesi’nde ekonomi profesörü olan Walter Eucken “Soziale Marktwirtschaft – Sosyal Serbest Piyasa- ekonomisi taraftarıydı. Hitler zamanında bir anlamda, o ve çevresi, risk alarak ,Hitler’e entelektüel olarak karşıt olmuştu .Onlar hür düşünce yanlısıydı. Bu düşünce okulu serbest piyasa taraftarıydı. Vergide az artan bir şekilde vergi artışını ve devletin tekelleşmeyi sınırlandırmasın istiyorlardı. Bu görüşler daha çok, sonraki yılların Chicago Okulu’ndan Milton Friedman ve George Stigler’in desteklediği yüksek dozda serbest piyasa ekonomisini ,az etkili şekilde gelirin yeniden dağılımını ve tekelleşmeyi önleyecek önlemlerin yasalaşmasını içeren görüşlerine çok benziyordu.Diğer bir Alman ekonomik düşünce okulunu Wilhelm Röpke (10.10.1899 – 12.2.1966) ve Ludwig Erhard (4.2.1897 – 5.5.1977) temsil ediyordu. Röpke harp sonunda ortaya çıkan kötü durumun temizlenmesi için ilk önce para reformunu öneriyordu. Böylece piyasada varolan mal miktarına uygun miktarda para miktarı olacaktı . Fiat kontrolları sona erecek, serbest piyasa ekonomisi yürürlüğe girecekti. Enflasyonu önlemek için bu iki koşul şarttı. Para reformu enflasyonu yok edecek, fiyat kontrollarının kalkması piyasadaki baskıyı kaldıracak, piyasanın normal olarak işlevini yerine getirmesini sağlayacaktı. Aynı görüşte olan Ludwig Erhard , harp sırasında bu görüşü içeren bir memorandum yazmış, Nazi görüşünü paylaşmadığını göstermişti. Röpke harp sırasında Almanya’dan kaçan ve Türkiye’ye sığınan Alman profesörlerinden biriydi. Harp sıralarında İstanbul Üniversitesi İktisat Fakültesi’nde iktisat dersleri vermişti.Harp sonrasında Alman The Social Democratic Party’si(SPD) ise, devlet kontrolünü istiyordu. SDP’nin sözcüsü Dr. Kreyssig 1948 Haziranı’nda fiyat kontrollarının kalkmasına ve para reformununyapılmasına karşı çıktı. İşçi sendikaları liderleri, İngiliz otoriteleri, Amerikan otoritelerinin bir kısmı, Alman imalat sanayicilerinin çoğu Kreyssig’i destekliyordu.Ludwig Erhard’ın görüşü kabul gördü. Müttefikler yeni Alman kabinesinde Nazi olmayan Almanların bulunmasını istiyordu. Erhard, Nazi Öğretmenler Birliği’ne katılmamış, katılmayı red etmişti. 1945 yılında Ludwig Erhard, Bavyera Maliye Bakanı oldu. Daha sonra, 1947’de iki bölgeli – Amerikan ve İngiliz- yönetiminde ‘’Economic Opportunities Ofisi’’ – Ekonomik Fırsatlar Ofisi’nin- başına atandı ve ayni zamanda Amerikan Bölgesi Askeri Valisi General Lucius D. Clay’in danışmanı oldu. Sovyetler “the Allied Control Authority’’den çekildikten sonra bu kurumun yönetimi yalnız ABD, İngiltere ve Fransa’ya kalmıştı. 20 Haziran 1948 Pazar günü ilan edilen para reformu kararını almak, Sovyetler ayrıldığından, böylece çok kolaylaşmıştı. Yeni yasal para Deutsche Mark (DM), o zamana kadar piyasada olan Reichsmarkın (RM) yerini aldı. Eskisinden çok daha az para piyasaya sürüldü. Kontrol fiyatlarından mal satın almak için bile sıkıntılar yaşanacaktı.Çok karmaşık olan para reformu bir çok insanın net mali varlığında azalma yarattı. Sonuç olarak para arzında %93 düşüş oldu. Ayni zamanda Sosyal Demokratların karşı olmasına rağmen Alman İkili Ekonomik Konsülü Ludwig Erhard’ın istediği gibi bütün fiat kontrollarını yürürlükten kaldırdı. Sebze , meyve, yumurta, ve bütün mamul maddelerin fiatları serbest kaldı.Hala fiat kontrolü altında bulunan bir çok mal fiyatının üst taban fiyatı epeyce yükseltildi. Kontrolü devam eden fiyatların uygulanması gevşetildi. 1948 yılı Temmuz ve Ağustos aylarında Ludwig Erhard Alman ekonomisinin “denazifikasyonu’’ ile uğraştı.Gazeteci Edwin Hartrich , Erhard ve Clay arasında Temmuz 1948’de geçen şu olayı anlatır (Henderson,5): Clay , “Benim danışmanlarım senin çok büyük bir hata yaptığını söylüyorlar, ne dersin? “Erhard ‘’Sayın General onlara aldırma. Benim danışmanlarım da bana ayni şeyleri söylüyor.’’Erhard daha sonraki günlerde bir Amerikan albayı ile karşılaşır. Albay sorar : “Geniş çapta gıda sıkıntısı yaşanırken nasıl olur da fiat kontrollarını gevşetebilirsin?’’ Erhard : “Fakat sayın albay ben onları gevşetmedim, ben onları tamamen yok ettim. Şimdi halkın tek karnesi, kotası DM’dir. Şimdi halk bu Dmleri kazanabilmek için çok çalışacaktır, göreceksiniz.’’Yeni para birimi DM’i ve fiyatların serbest bırakılmasını, vergilerin indirilmesi takip etti. Daha sonraki yıllarda Başkan John F. Kennedy’nin ‘’Ekonomik Danışmanlar Konsülü’nün yönetim kurulu başkanlığını yapmış olan , Almanya ABD askeri hükümeti ofisinde görevli genç iktisatçı Walter Heller, 1949’da yayınladığı bir yazısında şunları belirtiyordu : % 35’ten % 65’e çıkartılmış olan kurumlar vergisi tek rakama % 50’e indirildi. Kişisel gelir vergisi yıllık gelirin 250.000 DM ‘den fazla olan kısmı için % 95’de bırakıldı. 1946’da müttefikler 60,000 RM’dan fazlası için % 95 oranını uyguluyordu. O da şimdinin 6,000 DM’ine eşitti. 1950 yılında bir Alman ancak yıllık 2,400 DM’e yakın bir gelir kazanabiliyordu ve % 18 gelir vergisi ödüyordu.Reform paketinin ilan edilmesinden bir gün sonra 21 Haziran’da, ülkenin ruhu bir gecede değişmişti. Aç, bitkin, ölü yüzlü, sokaklarda boş, derbeder, işsiz dolaşan, yiyecek arayan insanlar birden canlanmıştı (Wallich, 71). Dükkanlarda boş raflar dolmuştu. Satılan malın karşılığında alınacak para eski paradan çok daha değerliydi. Heller’e göre (Walter Heller; The Tax and Monetary Reform in Occupied Germany, National Tax Journal, 2. No.3 ,1949, shf: 215 -231), DM, çabucak kendini bütün ticari işlemlerde kullanılan araç olarak kabul ettirdi. 1948 Mayısı’na kadar işçilerin işe gelmeme, işten uzak kalma süresi haftada 9.5saate kadar çıkmışken, reformlardan sonra Ekim’de bu miktar 4.2 saate indi. İşe gelinmeyen saatler yiyecek arama, yiyecek yetiştirme ya da mal takası için harcanıyordu. Bu faaliyet neredeyse ortadan kalkmıştı. !948’de ikili bölgedeki üretim 1936 düzeyinin % 51’i idi. Aralık 1948 Aralığı’nda bu oran % 78’ e çıktı, üretim çok kısa zamanda % 50 artmıştı. 1958’de sanayi üretimi, reformlardan sonraki 6 ay içinde 4 mislinden daha fazla artış göstermişti. Kişi başına üretim artışı ise 3 mislinden fazlaydı. Batı Almanya’da bu hatırı sayılır gelişme yaşanırken Doğu Almanya’da ekonomi durgunluğa girmişti.Ludwig Erhard’ın uyguladığı ekonomi modeli, başarı ile uygulanmış ve olumlu sonuçlar alınmış ve alınıyordu. Yeni Almanya Federal Cumhuriyeti’nin ilk Başbakanı Konrad Adenauer, Erhard’ı harp sonrası Almanyası’nın ilk Ekonomi Bakanlığı’na getirdi. 1963’e kadar bu görevi yürüten Erhard 1963’de Almanya Başbakanı oldu ve 1966’a kadar bu görevde kaldıAlmanya’nın ekonomik olarak büyümesinde Marshall planının etkisi olmadı. 1954 Ekimi’ne kadar Almanya toplam 2 milyar dolar yardım aldı. Bunun ¾ ü borç, ¼ ü hibe idi. Marshall yardımının en üst noktada olduğu 1948 ve 49’da alınan yardım Alman gayri safi milli gelirinin yalnız % de 5’ini teşkil ediyordu. Fakat Almanya her yıl 1 milyar dolardan fazla harp tazminatı ödüyordu. Müttefikler ayrıca Almanya’ya işgal kuvvetlerinin işgal masraflarını fatura ediyordu, bu miktar yılda 2.4 milyar dolara eşit 7.2 milyar DM idi (Henderson,7). Almanya diğer yandan kendisi askeri harcama yapmıyordu.Onun güvenliğini müttefikler sağlıyordu. Marshall yardımı alan diğer ülkelerde ekonomik büyümü Almanya’dakinden çok daha düşük bir oranda gerçekleşti.Henderson’a göre Alman Ekonomik büyümesi bir mucize değildi. Ludwig Erhard ve Freiburg okulu yüksek enflasyonun, fiat kontrollarının ve yüksek oranda vergilemenin ekonomide yarattığı ve yaratacağı zararları biliyordu ve bunları kaldırmak için doğru kararlar almışlardı. Doğru iş yapmışlardı. Doğru ve başarılı sonuç almışlardı. Fakat bu sonucun alınmasında uygulanan doğru ekonomi politikaları yanında başka etkenlerin olduğu unutulmamalıdır. Endüstri tecrübesine sahip iş gücü, yurt dışına Nazilerden kaçmış Alman ve Yahudi asıllı Alman bilim adamlarının ülkeye geri gelişi, ehil ve vatansever yöneticilerin devlet yönetiminin başında olması, Alman üniversitelerinin yüksek kalitede eğitime hemen geçebilmesi, ülkenin yeniden kurulmasından dolayı ortaya çıkan her konudaki mal ve hizmetttalebi, Almanya dışına Naziler döneminde kaçmış sermayenin ve özellikle Amerikan ve İngiliz özel sermayesinin Almanya’ya gelişi, çevre ülkelerden ucuz işçi tedariki ve Almanya dışındaki, Alman mallarına olan talebin varlığı bu etkenlerin bazılarıdır.Başkenti Bon olan Batı Almanya’nın Başbakanı Willy Brandt’ın ( 18.12. 1913 – 8.12. 1992)Doğudaki Almanların Batıya göç etmesiyle ilgili yasayı çıkarmasıyla başlayan Batı ve Doğu Almanya’nın birleşmesiyle ilgili ilk adımlar, Sovyetler Birliği’nin 1989’da çökmesinden ve 34 yıl sonra, 9 Kasım 1989’da Berlin Duvarı’nın yıkılmasından sonra çok hızlı bir şekilde hedefine ulaştı. 9 Kasım 1989’da başlayan resmi birleşme işlemleri 15 Mart 1991’de sonuçlandı. Başkenti Berlin olan Almanya Federal Cumhuriyeti hayata geçti.