Cumhuriyet vatandaşlara duyuruluyor

Cumhuriyetin adım adım ilan edilmesine giden yolda yapılan görüşmeler, tartışmalar gerçekten çok sıkıntılı bir sürecin yaşandığını gösteriyor. Öyle ya, bir yanda yüzlerce yıl sürmüş bir imparatorluk geleneği, diğer yandan baştan sona değişen yeni bir yönetim şekli.
Cumhuriyet Meclis’te bulunan tüm mebusların oylarıyla kabul edilirken, İlk Cumhurbaşkanlığı görevine de Atatürk seçiliyordu. Ancak, Cumhuriyetin vatandaşlara da duyurulması gerekiyordu. İşte bu aşamayı Atatürk şöyle anlatıyor:
“Efendiler, Meclis’çe Cumhuriyet kararı 29/30 Ekim 1923 gecesi saat 20.30’da verildi. On beş dakika sonra, yani 20.45’te Cumhurbaşkanı seçildi. Durum, aynı gece bütün memlekete bildirildi ve her tarafta gece yarısından sonra yüz bir pâre top atılarak ilân edildi.
İlk kabinenin İsmet Paşa tarafından kurulduğunu ve Meclis Başkanlığı’na Fethi Bey’in seçildiğini biliyorsunuz.
Efendiler, Cumhuriyet’in ilânı, bütün milletçe sevinçle karşılandı. Her tarafta parlak sevinç gösterileri yapıldı. Yalnız İstanbul’da iki üç gazete ve yalnız İstanbul’da toplanan bazı kimseler, milletin genel ve samimî olan bu sevincine katılmaktan çekindiler. Endişeye düştüler. Cumhuriyet’in ilânına önayak olanları eleştirmeye başladılar.
İşaret ettiğim gazetelerin ve şahısların Cumhuriyet’in ilânını nasıl karşıladıklarını hatırlamak için sadece o günlerdeki yayınları gözden geçirmek yeterlidir.
Meselâ ”Yaşasın Cumhuriyet” başlığı altındaki yazılar bile Cumhuriyet’in kuruluş ve duyuruluş şeklinin garip olduğunu, bunda ”sıkboğaza getirilmiş gibi bir durum bulunduğunu ilan ediyordu. Bu yazıların sahibi şu görüşleri ileri sürüyordu : (. . . Şöyle olacağı böyle olacağı söylenip dururken, diğer taraftan birdenbire birkaç saat içinde, Kanun-ı Esası değişikliği yapılıvermesi en yumuşak deyimi ile gayritabiî bir harekettir.”
Bizim davranış tarzımız “medeniyet dünyasını anlamış, okumuş, incelemiş ve devlet idaresinde tecrübe kazanmış kafalardan çıkacak bir muhakeme eseri” değilmiş…
Bu seslenişle başlayan yazıları, şu satırlarla son buluyordu : Tek dileğimiz… ”Vatan ve millete yararlı işlere başlanılmasından ibarettir. Eğer dün ilân edilen Cumhuriyet’in liderleri ve o liderleri destekleyenler bunu yapabileceklerinden eminseler, biz de kendilerine – öyleyse Cumhuriyetiniz mübarek olsun Efendiler! – deriz.”
Bizi alay edercesine tebrik eden bu son cümleyle, yazar, Cumhuriyet’i benimsemiyor, onunla ilgisi olmadığını bildiriyordu.”
Atatürk, Nutuk’ta, Cumhuriyetin ilan edilmesiyle birlikte başlatılan olumsuz söylemlerden  bazı örnekler vererek bu eleştirilerin haksızlığı üzerinde duruyor ve üzüntülerini ifade ediyordu.
Atatürk, geçiş dönemine ilişkinde şunları söylüyordu:
Efendiler, Saltanat devrinden Cumhuriyet devrine geçebilmek için, herkesin bildiği üzere bir geçiş dönemi yaşadık. Bu dönemde iki ayrı düşünce ve görüş, birbiriyle sürekli olarak çarpıştı. O düşüncelerden biri, saltanat devrinin devam ettirilmesiydi. Bu görüşün sahipleri belli idi. Diğer bir düşünce, saltanat rejimine son vererek Cumhuriyet rejimini kurmaktı. Bu bizim düşüncemizdi.
Devlet idaresini, Cumhuriyet’ten söz etmeksizin millî hâkimiyet ilkeleri çerçevesinde her an Cumhuriyet’e doğru yürüyen rejim etrafında yoğunlaştırmaya çalışıyorduk.
Büyük Millet Meclisi’nden daha büyük bir makam olmadığını telkinde ısrar ederek, saltanat ve hilâfet makamları olmadan da devleti idare etmenin mümkün olacağını ispat etmek lâzımdı. Devlet Başkanlığı’ndan bahsetmeksizin onun görevini fiilen Meclis Başkanı’na yaptırıyorduk.
Fiiliyatta, Meclis Başkanı İkinci Başkan’dı. Hükûmet vardı. Fakat Büyük Millet Meclisi Hükûmeti adını taşırdı. Kabine sistemine geçmekten çekiniyorduk. Çünkü saltanatçılar, hemen Padişah’ın yetkisini kullanması gerektiğini ortaya atacaklardı.
İşte bugün bazı kafaların anlamakta güçlük çektiği Cumhuriyet böylesine zor ve sıkıntılı bir süreç sonucu ilan edilmiştir. Cumhuriyetin kazanımları çevremizde yaşananlara baktığımızda her geçen gün biraz daha anlaşılıyor.
İş Cumhuriyetin ilan edilmesiyle bitmiyordu doğal olarak. Saltanat özlemi duyanlar da o andan itibaren sahneye çıkıyordu. Hilafet özlemcileri, padişahlığın devamını isteyenler tek tek kafalarını soktukları deliklerden çıkarak bu taleplerini utanmazsızca dile getiriyorlardı. Yazımızın yarınki son bölümünde işte bu çalışmalara ve Atatürk’ün bunlara karşı verdiği mücadeleye yer vereceğiz.