Tiyatro ve gerçek

İnsanın, işleyişine tam manasıyla hakim olmadığı ve olamayacağı bir kurgunun içinde büyük çarklarca kendisine verilmiş rolü biçare oynadığı, pek çok düşüncenin iskeletini oluşturan bir fikir. Buradan yola çıkmak öylesi varsayıma açık ki barındırdığı gizem çekiyor insanı. “Oyun” insan için temel bir içgüdü kimi kaynaklarca. Hayatı öğrenmek için başvurduğumuz ve nihayet bütün bir hayatın oyun olduğunu anlamamızla sonuçlanan… Henüz tazecik yaşlarda gruplar halinde bizi oyalayan o minik eğlencelerin, sahnede hayatı anlamlandırma ve hatta kimi zaman kimliğimizin henüz keşfedemediğimiz yönlerine sızan tiyatroyla aynı ismi taşıyor olması şaşılacak şey değil belki de.
Dans, müzik, görüntü gibi sanatın en canlı anlatım olanaklarıyla desteklenerek, yaşamın soyut gizi oyuncunun somut varlığıyla verilmesi, başlı başına bir oyun düşününce… Sahnede, kendi tecrübemizden daha çekici o gerçek, bizi içine alıyor. Dizlerimizin kanayışıyla dahi öğrenemediğimiz nice yanlışın bilgisi filizleniyor zihnimizde. Çünkü yaşam malzemesi, orada sanatsal bir düzenlemeden geçmiş, en parıldayan haliyle karşımızda. Gerçek artık daha çekici, görünen daha kayda değer.
Oyunun güvenceli ortamında, yaşamın gerçeğine tanık olmak çekici gelen belki de. Ne de olsa sahnelenen bir oyun. Ömür boyu devlet orkestrasında memurluğa mahkum bir kontrabascının gerçeği, sahnedeyken güvenli. Orada bizim mahkumiyetlerimiz konuşulmuyor. Ancak ara ara ruhumuza nüfuz eden bir karıncalanma sorguluyor bütün bir kurguyu, “Benim mahkumiyetlerim neler? Bu döngüyü kırmak daha kaç yılımı alacak ve kaç kez düşeceğim yeniden ve yeniden?”
Oyun boyu zihinimi kemiren düşünceler, arkamda dakikadan dakikaya çoğalan varlığıyla birlikte son bulup perde kapandı. Çıktığımız Dorst oyunundan sonra yüzünde kocaman bir soru işareti görmek tedirgin etmişti beni. Oyunun hayatına sızıp nüfuz edebileceği noktaları düşündüm, sahnedeki karakterin trajedisinden kendine çıkardığın payı… Unutulmuş ünlü bir tiyatro oyuncusunun delirme sürecinde kimliğine nüfuz edebilecek noktaları düşündüm. Maskesi düştü. Çünkü tiyatro böyledir, maskeleri düşürür kimi zaman.
O akşamın kırılgan ayazında, ısınmaya ve birbirimizin olay örgüsünü öğrenmeye karşı dindirilmez bir merakla girdiğimiz küçük kafe, bir sahneydi. “Tragedyaları hatırla” dedim karşılaşmamızı haklı çıkarmak istercesine, “Tanrıların birbirlerine ve insanlara oyun oynadıkları açıkça öyküleştirildi” Gülümsediğini görebiliyordum. Yine de oyunun yüzünde yarattığı soru işareti silinmemişti. Başka başka gerçekliklerin sanatın o güzel çerçevesinde bizi bunca etkileyebilir olması şaşılacak şeydi. Oyunun teknik detaylarına değinerek dağıtmaya çalıştığım melankoli tüm mekana yayılıyordu.
Son otobüsü kaçırmışken bir oyunun içindeydik; gecenin içinden yorgun bir taksi çevirirken… Buruk bir tebessümle gelecek haftaya bir başka oyun için sözleşirken.
Birbirimizin olay örgüsüne yeniden dahil olurken, bir oyunun içindeydik.