Konu asgari ücret olduğu zaman herkes bir tarafından tutup çekiştiriyor. Hükümet, geçmiş yirmi yılı kıyaslayarak maaşlarda şu kadar artış yaptık diyor. Muhalefetin buna karşı tezi ise alım gücü üzerinden oluyor. O da diyor ki, o tarihte asgari ücretle şu kadar dolar alıyorduk, bu kadar altın alabiliyorduk diye karşı bir savunma gerçekleştiriyor. Bizlerde gazete sütunlarında tüm bu açıklamalara yer vererek kafa karışıklığını artırıyoruz.
Açıklanan tüm rakamlar gerçekleri yansıtıyor. Maaşlar bilmem kaç kat artmış, ama buna karşın alım gücü geriledikçe gerilemiş. Sonuç orta, geçinemeyen milyonlarca çalışan yeni bir ücretin açıklanmasını bekliyorlar.
Asgari ücrette yüzde 100 lük bir artış gerçekleşse bile bunun piyasalardaki etkisi nasıl olacak ona bakmak lazım. Şundan eminiz ki, artışın yüzdesi ertesi gün, etiketlere aynen yansıtılacak. Bunu bilincinde olan vatandaşlarımız, elinde avucunda son kalan parayla bulabildiği her şeyi almaya bakıyor. Parası olmayan marketleri adeta bir müze gezer gibi dolaşıyor.
Asgari ücrette dikkate almamız geren ölçü alım gücü olmalıdır.
Biz size daha farklı bir açıdan birkaç rakam sunalım isterseniz. Asgari ücrette yıllar boyunca gerimizde kalan ülkeler bugün bizi geçmiş durumdalar. Çok değil 10 yıl öncesiyle kıyaslayalım. 2013’te Romanya’da asgari ücret 179, Litvanya’da 290, Bulgaristan’da 159, Polonya’da 369, Çekya’da 308, Hırvatistan’da 401, Macaristan’da 332, Hollanda’da 1.478 ve de Belçika’da 1.502 Euroymuş. Yine o tarihte ülkemizde ise asgari ücretin karşılığı 405 Euro imiş.
Temmuz 2023 tarihi itibariyle gelinen noktaya bir bakalım şimdi de. Asgari ücret Romanya’da 604, Litvanya’da 840, Bulgaristan’da 399, Arnavutluk’ta 375, Polonya’da 811, Çekya’da 729, Hırvatistan’da 700, Macaristan’da 623, Hollanda’da 1.995, Belçika’da 1.955 ve ülkemizde ise 474 Euro seviyesine yükselmiş. Görüldüğü gibi, bizim gerimizde kalan ülke sayısı ikiye düşmüş.
2013-2023 yılları arasında ortalama değişim ise yüzde olarak şöyle olmuş. Romanya’da 12.9, Litvanya’da 11.2, Bulgaristan’da 9.7, Arnavutluk’ta 9.2, Polonya’da 8.2, Çekya’da 9, Hırvatistan’da 5.7, Macaristan’da 6.5, Hollanda’da 3, Belçika’da 2.7 ve ülkemizde ise 1.6 olarak gerçekleşmiş.
Yani, aradan geçen on yıllık sürede, ülkemiz parası yabancı paralar karşısında sürekli değer kaybettiğinden, yüzde olarak bir hayli geri kalmışız. İşte bizim çözmemiz gereken noktalarda biri de bu. Ülkemizin parası, yabancı paralar karşısında sürekli değer kaybediyor. Bu da ister istemez tüm girdilerinin tamamına yakını ithal olan tarım sektörünü derinden etkiliyor. Üretici bu işten birinci derecede etkileniyor, ancak onlar ürettiklerine bu kaybı karşılığını koyamıyorlar. Pahalıya üretip ucuza satmak zorunda kalıyorlar.
Çünkü, markette, pazarda ateş pahası olan gıda ürünleri yeteri kadar talep görmüyor. Piyasa daraldıkça, çiftçinin ürettiklerine talep de azalıyor, ürün tarlada kalıyor. Burada önümüzü gıda enflasyonu çıkıyor. Ülkemizde yüzde 72’ler düzeyinde olan gıda enflasyonu bizden sonra gelen İzlanda’da yüzde 11.7.İngiltere’de, Yunanistan’da, Japonya’da, Belçika’da ve İspanya’da ise yüzde 9’lar düzeyinde.
Tüketici fiyatlarında ki enflasyon ise TÜİK ile ENAG’ın açıkladıkları arasında gidip geliyor. Ama şu da bir gerçek ki, yüzde 100’lerin üzerinde bir tüketici enflasyonu yaşıyoruz.
Bir de işin gelir ergisi yönü var tabii ki. İşçi sendikaları da, işveren sendikaları da, maaşlara uygulanan verginin yüksekliği konusunda hem fikirler ama, ülkeyi yönetenleri ikna etmekte güçlük çekiyorlar. Oranlar yüksek, vergi dilimleri düşük. Olması gerekenin neredeyse yarısı kadar. Devlet bir taraftan verdiğini, öte yandan parça parça geri alıyor.
Bu şartlar altında asgari ücret, 15 bin lira olsa ne yazar, 17 bin lira olsa ne fark eder. Neticede tüm geçerliliği sadece birkaç aydan öteye geçmez. Birkaç aydan sonra yine açlık sınırının altında kalır, yoksullukla kıyaslamaya utanır, yine feryat-figan etmeye başlarız.
Ekonomide dengeler bir bozuldu mu onu tekrar rayına oturtmak çok uzun zaman alır. Yani önümüzdeki yıl şu olacak, bir sonraki yıl bu olacak diyebilmek için, ülkenin sağlam kaynaklara ihtiyacı var. Bunun başında da yabancı yatırımcıların ülkeye gelmesi gerekiyor. Tüm girişimlere, tüm çabalara karşın bize borç vermeyi kabul edenler, yatırım için ülkemize gelmiyorlar. Gelenlerde nereden kelepir tesis, nereden kelepir gayrimenkul varsa onlara adeta “çökmeye” geliyor. Son yıllarda, şöyle ihracata, istihdama yönelik yatırım yapan bir yabancı yatırımcı gördük mü?
Göremeyiz, çünkü adamlar ülkenin ekonomide yaşanan gelişmeli bizlerden daha iyi takip ediyorlar. Ülke kaynaklarının nasıl heba edildiğini bizden çok daha iyi biliyorlar. Adamlar en başta ülkenin hukuk sistemine güvenmiyorlar. Hal böyle olunca da, ülke olarak bir patinaj ortamında debelenip duruyoruz.
Şimdi de oturduk, işçisi, memuru, emeklisi, dul ve yetimiyle birlikte hükümetin ne vereceğini bekliyoruz.