Yaşlanıyoruz

Ülkemizde doğurganlık oranının düştüğüne ilişkin verilerin açıklanması üzerine yeni bir tartışma daha başladı. Türkiye’de nüfusun hızla yaşlandığına ilişkin Türkiye İstatistik Kurumu (TÜİK) verilerine ilişkin bundan öncede görüşlerimizi açıklamıştık. Ancak böylesine önemli bir konu, her zaman olduğu gibi birkaç gün konuşulduktan sonra halının altına süpürüldü.
Türkiye Sanayici ve İş İnsanları Derneği’nin (TÜSİAD) bundan 25 yıl önce yayınladığı raporda bu duruma gelineceğine ilişkin görüşlerini yayınlandığında da buna benzer gazete yazıları yayınlanmış ve birkaç bilim insanından öte dikkat çekmemişti.
1999 yılının ocak ayında yayınlanan “Türkiye’nin Fırsat Penceresi-Demografik Dönüşüm ve İzdüşümleri” başlığını taşıyan raporda şöyle deniyordu:
Türkiye Cumhuriyeti, kuruluşunun 75. Yılında yeni bir aşamanın eşiğinde durmaktadır. Tüm sosyal göstergeler arasında en ağır, en yavaş evrilen nüfus ve demografik değişkenler bu aşama ile ilgili ipuçları vermektedir. Projeksiyonlar, Türkiye’de demografik geçiş döneminin neredeyse sona erdiğini, yani toplam nüfusun artık sabitleşmeye doğru gittiğini göstermektedir. Türkiye için son derece alışılmadık olan bu durumun, toplumsal hayattan ekonomiye ve siyasi sistemin bir diğer uzantısı olacaktır. Açıkça Türkiye artık sonuçları üç-beş yıl sonrasını da etkileyecek herhangi bir politika uygulandığında bu değişim dikkate alınmak zorundadır.
– Türkiye nüfus artış hızı yavaşlamış ve gelişmiş ülke eğilimlerine yaklaşmıştır. 2005 yılına doğru net yenilenme hızı bire düşecek ve uzun dönemde nüfus ancak kendini yeniden üreten bir hızla artar hale gelecektir.
– Genç nüfusun toplam nüfus içindeki payı düşerken, üretken nüfus (15-64 yaş grubu) ve yaşlı nüfus sayısı ve bunların toplum içindeki payı bir süre daha artmaya devam edecektir.
– Bu durum, Türkiye’nin önüne “fırsat penceresi” olarak tanımlanan demografik konjonktürü çıkartacaktır.
– Fırsat penceresinden yararlanmak için, gelişme stratejilerinde, nitelikli arayışları nicelik kaygılanmanın önüne geçmelidir. Türkiye öncelikler sıralamasını değiştirmek zorundadır.
Raporda, Türkiye Cumhuriyeti’nin 75 yılında, 100’üncü yılı için gereken düzenlemelerin yapılması gerektiğine işaret edilerek “25 yıl sonra Türkiye’nin yüzleşmeye alışık olmadığı türden sorunlarla” karşı karşıya kalacağına dikkat çekiliyordu.
Türkiye Cumhuriyeti’nde ilk nüfus sayımı 1927 yılında yapılmıştı. O tarihlerde yüzde 5’lik bir nüfus artış oranımız vardı. Daha sonra bu oran uzun yıllar yüzde 2.5 düzeyinde devam etti. Ancak iki binli yıllara geldiğimizde bu oran sürekli gerilemeye başladı. Sonuçta en az olması gereken 1.51’in de altına düştü.
Ülkemizin bekası için ortalama 2.5 civarında bir doğurganlık oranına sahip olmamız gerekiyor. Bunun altındaki bir oran geleceğimiz için büyük sıkıntılara neden olacaktır. Bu durumun devam etmesi halinde neler olacaktır biliyor musunuz? En başta, çalışacak genç nüfus bulamayacağız. Yani fabrikalarda, hizmet sektöründe yaşı 65-70’lere gelmiş insanları tezgah başında ya da taksilerde şoförlük yaparken göreceğiz. Her şey bir yana ülkemize yönelik bir dış tehdit halinde evinde oturup torun büyütecek insanlarımızı silah altına almak zorunda kalacağız.
Türkiye, bir zamanlar çalışabilen genç nüfusuyla övünürken, 25 yılda işte böylesine bir gerileme yaşamak zorunda kaldı. Bunda ülkemizin peş peşe yaşadığı ekonomik krizlerin elbette ki payı büyük. Eğitimli ya da eğitimsiz gençlerimizin en başta yaşadığı işsizlik problemi, bunun getirdiği ekonomik sıkıntılar ülkemizde evlilik ve aile olma anlayışını önemli ölçüde eskitti. Hal böyle olunca da yalnız yaşayanların oranı artarken, yaşantılarını aile büyükleri yanında sürdürenlerin sayısı da büyük ölçüde artış gösteriyor.
Cumhurbaşkanı Erdoğan, bu durumu bir “felaket” olarak nitelendiriyor. El hak doğru, bu durum bugün için de yarın için de ülkemiz için bir “felaket” demektir.
O HALDE NE YAPILMALI?
Öncelikle, geleneksel aile yapımızı gözden geçirmeliyiz. Aileyi oluşturan eşlerin çalışma hayatındaki koşulları dengelenmeli ve kadın çalışanlar lehine pozitif ayrımcılık koşulları uygulamaya konulmalıdır. Devlet, doğacak her çocuk için gerekli ekonomik desteği sağlamalıdır. Çocuk başına ailelere gerekli maddi destek verilmeli ve çocukların bakımını devlet üstlenmelidir.
Sadece çocuk istemekle sorunların içinden çıkamayız. Belki ilk etapta, gelecek 5-10 yılı kurtarabiliriz ama sonrasında yine aynı dertlerle karşılaşabiliriz. Bu nedenle kalıcı tedbirlerin alınması ve standartların buna göre belirlenmesi gerekmektedir. Geçici çözümlerle geleceğimiiz kuramayız.